Yeni milletvekilleri TBMM’de ant içiyorlar. Oldukça renkli,
çeşitli bir Türkiye görüntüsü var. Bakalım bu çeşitlilik, düşüncelere ve fikir
üretimine de yansıyacak mı ya da nasıl yansıyacak? Türkiye’yi olumlu mu yoksa
olumsuz gelişmeler mi bekliyor? Hükümet henüz kurulmadı. Zira seçmen 7 Haziran
genel seçiminde buna izin vermedi.
Bu haftaki konuğum Ayşe Çavdar dindarlık, sekülerlik (laiklik),
kentleşme, sosyal adalet ve güvenlik üzerine çalışan bir antropolog ve
gazeteci. Çavdar’ın bloğunda 7 Haziran seçimi ertesinde yaptığı analizde
iyimser duruşunu ve geleceğe dönük umudunu görünce bunun nedenlerini kendisine
sormak, detayları irdelemek istedim.
Söyleşimizde ortaya çıkanlar, Çavdar’ın kendi ağzından, özetle şöyle:
Seçmenin ilk tepki verdiği şeyin hep ekonomi olduğu
söylenir. Seçimden birinci parti olarak çıkacağına kesin olarak bakılan hükümetteki
AKP, seçim propagandasını bir tehdit üzerine kurguladı: Eğer beni tek başına
iktidar yapmazsanız ülkede istikrarsızlık ve ekonomik kriz olur.
Seçmenin bundan korkması ve sahip olduklarına sahip çıkmak
için AKP’ye oy vermesi beklendi. Ancak bu böyle olmadı. Bunun iki anlamı var; bir tanesi seçmen zaten ekonominin
iyiye gitmediğini düşünüyor olabilir. İkincisi, zaten iyiye gitmeyen ekonomi
kötüye gidecek bile olsa seçmen sözünü sakınmadı. Bu müthiş bir siyasal
olgunluk ifadesi ve bu yüzden bana umut verdi.
AKP muhafazakar alt sınıfın önemli bir kısmını orta sınıfa
ve muhafazakar alt orta sınıfın önemli bir kısmını üst sınıfa taşıdı. Bu onlara
yeni hareket alanları sağladı. Bir taraftan da taşınabilenlerin dışında kalanların
ekonomik durumları ve gündelik hayatlarında çok ciddi bir erozyon yaşandı;
dışarıda kalanlar daha da çok korkabilirdi. Diyebilirlerdi ki, krediler aldık,
TOKİ konutlarına girdik, çocuklar okula gidiyor, vs.; AKP giderse bunlardan
olabiliriz; ama yine de dediler ki ne olursa olsun.
AKP kendine oy verenleri bile tehdit ediyor
Oy kullanmayan seçmenler arasında büyük miktarda daha önce
AKP’ye oy vermiş seçmenler olduğunu düşünüyorum; büyük ihtimalle alt orta
sınıftan insanlar. Başka partiye elleri gitmedi ama AKP’ye de vermeye elleri
gitmedi. Bu benim iyimserliğimle değil de AKP’nin geldiği yerle ilgili.
AKP tehdit eden bir partiye dönüştü; kendine oy verenleri de tehdit ediyor. Ben gidersem ekonomi mahvolur; kızlarınız başörtülerini çıkarmak zorunda kalır; imam hatipler kapanır; kamusal alanda sekülerler tarafından aşağılanırsınız. Ben dindar kimliğinizi ifade etmenizin en büyük garantisiyim.
AKP tehdit eden bir partiye dönüştü; kendine oy verenleri de tehdit ediyor. Ben gidersem ekonomi mahvolur; kızlarınız başörtülerini çıkarmak zorunda kalır; imam hatipler kapanır; kamusal alanda sekülerler tarafından aşağılanırsınız. Ben dindar kimliğinizi ifade etmenizin en büyük garantisiyim.
Dindarlık sosyal sermaye oldu
Özellikle 2007’den bu yana, AKP mutlak iktidara kavuştuktan
sonra (daha önce sert bir seküler sistem vardı), dindarlığın tarifi de
değişmeye başladı. Dindarlığın kendisi bir nüfuz aracı, sosyal sermaye haline
geldi. Bu yaralayan bir şey.
Dindarlık artık piyasada. AKP küreselleşme ve
neoliberalleşmeyi taşıyan bir parti. Neoliberalleşme demek hayatınız hakkında
son kararı piyasanın vermesi demek. Dindarlık pazarda artık ve dindarlığın
içeriği değişmeye başlıyor. Zaten Türkiye 1990’lardan itibaren
neoliberalleşmeye doğru fişek gibi gidiyordu. AKP köylüleri, işçileri hatta
beyaz yakalıları acıtan bir ekonomik neoliberalizasyonu kutsadı. Biz ne zaman
AKP’nin neoliberal politikalarını eleştirsek, kendimizi dindarlığı
eleştiriyormuş gibi bulduk. Neoliberal politikalar dindarlık gölgesi ve
savunusuyla dokunulmazlaştırıldı. Bu sokaktaki dindarın itibarını çok fena
yaraladı.
Müslüman ama dürüst adamdır
Esenyurt’ta yaptığım bir alan çalışmasında bir görüşmeciden
başka birinin tavsiye etmesini istiyorum, bana bir komşusundan bahsediyor,
diyor ki, şurada bir dükkan sahibi var, Müslüman ama dürüst adamdır. Bu çok
acıtıcı bir şey.
Daha önce AKP’ye oy vermiş olan bazı dindarlar, sitelerde
yaşayanlar değil, her yolsuzluk tartışmasında başı öne eğilenler. Egemen Bağış
“bakara, makara” dediği zaman komşusuna karşı yüzü yere eğilen AKP’lilerden
bahsediyorum.
Türkiye’de en seküler bile en ahlaklı davranışı dindardan
bekler idi, bu durum artık değişti; çok tuhaf, AKP ile değişti!
Bir otobüste yaşlı bir amca ile Gezi’nin hemen ertesinde
sohbet ediyorduk, AKP’ye övgüler yağdırıyordu; ben, çok da yolsuzluk ve
hırsızlık var amca dedim; o da bana, öyle deme kızım zamanında evliyalar bile
çalmış, dedi. Bu zavallı ve gariban amca olanı aklayabilmek için kendi
kimliğini dayandırdığı ahlaki ve etik tarihi çöpe atmak zorunda kalıyor. Çünkü
bugününü bir şekilde haklı göstermesi gerek. Bu inanılmaz bir yarılma; etik bir
çürüme; ahlaki bir şizofreni… Bu öyle kolay kaldırılır bir hal değil çünkü
sekülerleşip dinin tanımladığı moral değerlerden uzaklaşmıyor; dindar kalıyor
ancak dinin tanımladığı ahlaki alanı terk ediyor. Bu ahlaki bir yarılma çünkü
bir yandan evde çocuğunuza dini anlatıyorsunuz, Allah’ın size her an şah
damarınızdan daha yakın olduğunu dolayısıyla her türlü davranışınızı ona göre
ayarlamasını öğütlerken diğer yandan evliyalar bile çalardı diyorsunuz…
Din artık ahlaki meşruiyetini kaybediyor ve bu durumda elinizde
kalan şey ahlaki bir şizofreni olur. Kimse de hırsızlık, yolsuzluk olmuyor
demiyor zaten; herkes çalıyorlar ama çalışıyorlar diyor. Bu da ahlaki çürümeyi
kabul edilebilir hale getiriyor ve bu çürümenin kendisinden daha beter bir şey…
Oy vermeyen, temizlenme mesajı veren seçmen bu çürümeyi
görüp artık bunun bir parçası olmak istemiyorum diyen, Tayyip Erdoğan’ın
diliyle konuşmayan seçmendir.
Topluma sırtını dönmemiş dindarlar AKP’yi arzu etmediler
Yıllardır alan çalışması yapan bir araştırmacı olarak
hissiyatım şu ki, kendi benzerlerine hapsolmamış, içinde yaşadıkları topluma
sırtını dönmemiş dindarlar AKP’yi arzu etmediler.
Bir dahaki seçimlere kadar AKP kendini yenilemeyi başarırsa
oraya dönebilirler; dönsünler zaten, AKP onları özgürleştirdi. Ancak duvarlarla
çevrilmiş, aşırı güçlü ama yüzleri yerde bir hayatı tercih etmediler.
Geçersiz oylar yalnızca İstanbul'da 537 bin kadar; oy vermeye kadar gidiyor ve
mührü yanlış yere basıyor; protesto ediyor. Zaten
seçimden önce AKP liderleri de sahada seçmen heyecanı olmadığını, seçmenin
seçime sahip çıkmadığını söylüyorlardı. Daha önce AKP’ye giden Kürt oyları bu
defa HDP’ye gitti ancak sandığa gitmeyen seçmenin büyük ölçüde AKP seçmeni
olduğunu düşünüyorum.
MHP ya da CHP ile koalisyon
AKP’nin bir siyaseti var, işbirliği yaptığı ancak kendisine
zamanla muhalif olabilecek kesimlere karşı tekrar eden bir şey. AKP o kesimin
içinde bir ittifak kümesi oluşturuyor ve onu destekliyor, sonra o ittifak
kümesi o kesimde dağılmaya yol açıyor. Bu AKP’nin temas ettiği pek çok dini
cemaat için aynı şekilde oldu. AKP ile kim ittifak yapmaya ya da dışarıdan
destek vermeye kalkarsa böyle bir sürece hazırlıklı olmak zorunda. MHP’liler
AKP’yi değil de Tayyip Erdoğan’ı kendilerine yakın görüyorlar ve AKP tabanının
çoğu da MHP’yi yakın görüyor. AKP ve MHP koalisyonuna doğru bir gidiş var.
Bu durumda çözüm süreci ne olur?
Çözüm süreci kalmaz. Zaten AKP ve MHP’nin çözüm sürecine
yaklaşımı çok farklı değil. AKP Kürtler için ancak kendi koşullarında, kendi
verdiği kadar özgürlük olsun istiyor. MHP ise Kürtler zaten Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı, daha ne istiyorlar ki diye düşünüyor. Boyun eğdirmek, köşeye
kıstırmak gibi konularda yaklaşımları pek farklı değil. CHP ve HDP muhalefet
yapacaktır ve AKP ile MHP’nin ürettiği siyaset arasında bir rekabet olacaktır.
MHP’li bir koalisyonda MHP zarar görüp parçalanacaktır. AKP
daha önce cemaatlere yaptığı gibi bir grubu güçlendirip diğerine karşı onu zayıflatmak
için kullanacaktır. AKP ve MHP seçmen profili arasında fazla fark yok. AKP de
esnaf partisi oldu lümpenleşti ve MHP ile bu lümpen dilde gayet iyi anlaşıyor.
Yani ittifak mümkün ama teşkilat anlamında MHP bundan olumsuz etkilenir. Zaten
MHP içinde aynı şeyler isteyip farklı yöntemler kullanmak isteyenler var.
AKP’nin meclis başkanı olarak Meral Akşener’i önermesi ve
buna Devlet Bahçeli’nin karşı çıkması, Bahçeli’nin olup bitenin farkında
olduğunu gösteriyor. Bahçeli’nin liderliği test edilecek ve o da bunun
farkında.
AKP’nin Deniz Baykal’la görüşmesi
Orada da aynı şey oluyor, AKP aynı taktiği uyguluyor, CHP içindeki dengelerle oynuyor. Tabi CHP’de bu ne kadar işe yarar acaba, zira Baykal CHP’de çok muteber bir isim değil artık.
AKP’nin kendini yenileme ihtimali
AKP tabanı canlı ve pragmatik bir taban; elbette farklı bir
yöne gidebilir. Ancak AKP’nin şöyle bir engeli var, Davutoğlu başbakan olarak
neredeyse tek başına çünkü aday listeleri Tayyip Erdoğan’a sadakat ölçüsüne
göre yapıldı. Yani Davutoğlu, Erdoğan’ın listesiyle hükümeti yönetmeye çalışacak
ve bu çok zor bir iş. Bu iki başlılık partiyi parçalayabilir bile.
AKP bu seçimden sonra demokratik tartışmaya açık bir parti olacak mı? AKP denilen siyasal koalisyonu oluşturan kesimler kendi itibarlarından şüphe etmeye başladılar – bir iş bile usulüne göre olmaz mı? İşi usulüne uydurma durumları olunca çok ciddi kazalar oluyor. İş cinayetlerine günde en az 5 kişi ölüyor. Devlet usulüne uygun davranmayı reddettiği için günde 5 eve ateş düşüyor. Çevreye verilen hasardan, mesleki hastalıklardan filan bahsetmiyorum bile. Bu Mercedes arabaların içinden görülebilecek bir şey değil.
Bir de Soma’ya gideceksiniz ve danışmanınız sokakta işçi tekmeleyecek. Dindar insan bundan utanır, ve utanmakla kalmaz, düşünür, bu yaşamdan sonrası da var, ben neye onay veriyorum? Yusuf Yerkel’in içinde olduğu fotoğrafı düşünebiliyor musunuz? AKP toplumdan koptu; müthiş tehditkar bir dil kullanıyor. İnanılmaz aşağılayıcı bir tehdit dili kullanıyor – AKP’nin ben olmazsam siyasal istikrar bozulur, ekonomik istikrar bozulur demesiyle 28 Şubat generallerinin biz olmazsak Türkiye İran olur, şeriat gelir demeleri arasında ne fark var? Siz topluma çocuk muamelesi yapıyorsunuz. Seçmen, çocuk muamelesini kabul etmediğini gösterdi; ekonomik kriz olacaksa olsun, ahlak istiyoruz dedi.
AKP bu seçimden sonra demokratik tartışmaya açık bir parti olacak mı? AKP denilen siyasal koalisyonu oluşturan kesimler kendi itibarlarından şüphe etmeye başladılar – bir iş bile usulüne göre olmaz mı? İşi usulüne uydurma durumları olunca çok ciddi kazalar oluyor. İş cinayetlerine günde en az 5 kişi ölüyor. Devlet usulüne uygun davranmayı reddettiği için günde 5 eve ateş düşüyor. Çevreye verilen hasardan, mesleki hastalıklardan filan bahsetmiyorum bile. Bu Mercedes arabaların içinden görülebilecek bir şey değil.
Bir de Soma’ya gideceksiniz ve danışmanınız sokakta işçi tekmeleyecek. Dindar insan bundan utanır, ve utanmakla kalmaz, düşünür, bu yaşamdan sonrası da var, ben neye onay veriyorum? Yusuf Yerkel’in içinde olduğu fotoğrafı düşünebiliyor musunuz? AKP toplumdan koptu; müthiş tehditkar bir dil kullanıyor. İnanılmaz aşağılayıcı bir tehdit dili kullanıyor – AKP’nin ben olmazsam siyasal istikrar bozulur, ekonomik istikrar bozulur demesiyle 28 Şubat generallerinin biz olmazsak Türkiye İran olur, şeriat gelir demeleri arasında ne fark var? Siz topluma çocuk muamelesi yapıyorsunuz. Seçmen, çocuk muamelesini kabul etmediğini gösterdi; ekonomik kriz olacaksa olsun, ahlak istiyoruz dedi.
Yine de AKP’nin yüzde 40 kadar destek alması?
O yüzde 40 AKP’yi sorumlu tuttu ve yaptığı pisliği
temizlemesini istedi. AKP buradan temiz bir şekilde çıkarsa ne ala. Bu yüzde 40
ona temizlenme şansı veriyor ve buna hiçbir itirazım yok. Ama buradan telaş ve
şiddetle çıkmaya kalkarsa kendini de bitirir. Düşünün, mutlak ekonomik kriz
tehdidine rağmen, bir seçmen kitlesi her şey para pul değil dedi ve
dünyalığından vazgeçti…
HDP’nin yüzde 13 oy alması…
Bu başarının arkasında Gezi’nin etkisi olduğunu düşünüyorum
çünkü Gezi farklı kesimleri bir araya getirdi. Kürt seçmen HDP’nin kapsayıcı
dili içermesine itiraz etmedi ve bu olağanüstü güzel. HPD yeni bir alan, Gezi
yeni bir dil yarattı; bu alan ve dil birbirlerini çok güzel tamamladılar. HDP toplumun
dışlanmış, ezilmiş ve şiddete uğramış tüm kesimlerinin taleplerinin dile
getirilmesi için kapılarını açtı. Bu, Türkiye siyasetine vicdanı geri getirdi.
Söyleşimizin İngilizcesi burada.