15 Şubat 2016 Pazartesi

Celal Başlangıç: Barış sürecinde bile herkes savaşa hazırlanmış


Bu haftaki konuğum Celal Başlangıç, güneydoğu ve Kürt sorunu ile ilgili olarak sahada bulunmuş, risk almış, kitap yazmış bir gazeteci. 40 yıllık gazetecilik serüveninde hala gerçeğin peşinde. Bu amaçla güneydoğudaki gazetecilere destek çıkmak, en çok da oradaki haberlerin daha çok kişiye ulaşmasını sağlamak amacıyla Haber Nöbeti'ne ilk katılan gazeteciler arasında. Halen çıkmak üzere olan bir kitabı üzerinde çalışıyor: “Hendekleri, Barikatları Anlama Rehberi.”

Lafı fazla uzatmadan, söyleşiye geçelim ve anlamaya çalışalım hendek ve barikatları.


*** Güneydoğu’da olanlar bağlamında içinde bulunduğumuz durumun nedeni nedir? Çözüm sürecinde kırılma noktası nedir?

Kırılma noktası Kobani. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kobani düştü düşüyor” söylemi iktidarın başka planlarıyla da örtüşüyor. 2014 Eylül ve Ekimm aylarında Türkiye’de gidişatın ve çözüm sürecinin rengi değişti. Ancak özellikle İmralı’nın gayretiyle ip kopmadan yürüdü. İpi koparan AKP iktidarı ve ya da tek başına Tayyip Erdoğan değil; mesele tek başına HDP’nin barajı aşması da değil. Birçok faktörün bir araya gelmesi sonucu bu karanlığa yuvarlandık.

*** En önemli faktörler neler? Kamuoyunun yaygın olarak bilmediği neler oldu?

Barış sürecinde bile herkes savaşa hazırlanmış. Belki de en belirgin köşe taşı 30 Ekim 2014’deki Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun süren MGK toplantısıdır, tam 10,5 saat. Ondan evvelki rekor 9 saatle 28 Şubat’a aitti. Bugün kanunlaşmış olan İç Güvenlik Yasa Tasarısı 10,5 saatlik toplantıdan çıktı. Bu da bir savaş hazırlığıydı; kurulmamış masa devrildikten sonra meydana gelebilecek olayların devlet güçleriyle bastırılmasının alt yapısıydı. Bir de anlıyoruz ki MGK’nın o toplantısına girdiği iddia edilen bir Çöktürme Eylem Planı var. Bu 2015 Mayıs ayında ortaya çıkmaya başladı ve şu an mecliste duran iki soru önergesiyle de daha belirgin hale geldi. Bugün yaşadığımızı sokağa çıkma yasakları, kentlerin kuşatılması, vs. hepsi o Çöktürme Eylem Planı’nın içerisinde var.

‘Sanki birileri bu gençleri hendek kurmaya özendiriyordu’

*** İktidarın bakışı neydi? Bu tutum, bu plan nedir? Konuyu biraz daha açabilir miyiz?

Zaman gazetesinde, Diyarbakır temsilcisi Aziz İstegün’ün 14 Ocak 2015’de yazdığı bir yazı vardı. Gezi olayları sırasında Lice’de kalekol yapımını protesto ederken öldürülen Medeni adında bir genç vardı. Oradaki çatışma ve gerginliklerde ufak tefek hendekler kurulmuştu. Ama esas çözüm süreci döneminde kurulan ilk hendek Cizre’dedir. Aralık 2104 içinde Cizre’de dört kişi resmi kurşunlarla öldürüldü ve bir kısmı çocuk denecek yaştaydı. Mahalle aralarına girilip baskınlar yapılıyor, insanlar tutuklanıyordu. Bunun üzerine ilk hendekler kuruldu. Ve 30 Aralık 2014’de Cizre Emniyet Müdürü Ozan Başurgan görevden alındı ve yerine bir emniyet müdürü atandı. Bu emniyet müdürü 6 Ocak’ta HDP’li vekiller, dini kanaat önderleri gibi yerel liderlerle konuşarak hendekleri kapatma kararı aldırdı. Hendekler kapandı. Hendeklerin kapandığı gün, hendeklerin kapandığı yerden zırhlı bir polis aracı girdi ve 14 yaşındaki Ümit Kurt’u öldürdü. Bunun üzerine hendekler tekrar kuruldu. Sanki birileri bu gençleri hendek kurmaya özendiriyordu. Kandil’in veya siyasi bir oluşumun iteklemesi yok burada. Yine siyasiler araya girdi, hatta 14 Ocak’ta Hatip Dicle İmralı’da Öcalan’la görüştü. Öcalan’ın mesajı hendekleri kapatın, barikatları kaldırın, yüzü kapalı eylem yapmayın, kepenk kapattırma eylemi yaptırmayın diye. Öcalan’ın bu talimatı üzerine gençler hendekleri kapattılar. Yine aynı gün, bunun görüntüleri de var, bir zırhlı araç girdi ve Nihat Kazanhan diye 12 yaşında bir çocuğu öldürdü. 30 Aralık’ta Cizre emniyet Müdürlüğü’ne atanan Ercan Demir, 20 Ocak’ta tutuklandı – oradaki ölümlerden filan değil, Hrant Dink cinayetinden; belki de başına çorap örüldü bilemiyorum ama Hrant Dink cinayeti işlendiğinde Trabzon İstihbarat Dairesi’nde görevli amirdi ve Dink cinayetinde sorumlu tutulanlardan biriydi. 30 Aralık’ta Cizre Emniyet Müdürlüğü’nden alınan Başurgan tekrar Cizre emniyet müdürlüğüne geri getirildi. Bu bizim batıdan bakınca anlayamadığımız bir süreç olabilir ama eğer devlet karşınızda harekete geçmişse, Kürtler hem genetik olarak hem de refleks olarak tedbir almak zorunda hissediyorlar kendilerini.

‘Kıstırmak, boğmak ve kışkırtmak, işte şu andaki bütün politika bu yönde’

*** Aziz İstegün’ün haberinde başka neler vardı?

14 Ocak 2015 günü, Aziz İstegün Zaman gazetesinde “Ne olacak bu iş?” diye Cizre üzerinden bir yazı yazdı. Bu yazı yazıldığında çözüm süreci devam ediyor, görüşmeler sürüyordu. Yazıda 5 şık var, okuyacağım 5. şık bugün içinde bulunduğumuz durumu en iyi şekilde açıklıyor:
“AKP’nin sürdürülebilir çatışma politikasıyla HDP’yi baskı altında tutmak istemesi. Bu görüşe göre AKP, 7 Haziran 2015’de gerçekleştirilecek genel seçimlere Kürt meselesine dair risk almadan, kayda değer adımlar atmadan gitmek istiyor. Ayrıca siyasi gidişatın normal şartlar altında ilerlemesi durumunda HDP’nin legal alanda mesafe kat etmesi kuvvetle muhtemel. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bunu gösterdi. Alevi ve sol kesimin yanı sıra muhafazakar Kürt tabanından HDP’ye kayda değer oy kaymaları mümkün. Bunu engellemenin yolu sürdürülebilir çatışma rejimi tesis ederek HDP’nin siyaset alanını daraltmak. AKP, düşük yoğunluklu çatışma ortamında kendi iktidarını güvende hissediyor. AKP temelde Kürt hareketini kıstırmak, kışkırtmak ve boğmak istiyor.”
Kıstırmak, boğmak ve kışkırtmak, işte şu andaki bütün politika bu yönde. Yaralı insanların günlerdir alınamaması, cankurtaran gitsin diye adres verilen yere zırhlı araçların gidip bombalanması, insanların çığlıklarının telefondan dinlenmesi bile bir kışkırtmadır, kıstırma ve boğma hareketidir. Çatışmalarda ölen PKK’li gençlerin mezarlıklarını bombalamak da kışkırtmaktır.

*** Siz bir yazı yazmıştınız T24’de “Cizre’den Silvan’a; AKP Kürtleri çıldırtmak istiyor!” diye…

Uygulanan politikalar o yönde. Sur’da sokağa çıkma yasağı 70 günü geçti. Şöyle ölçelim, Fatih Sultan Mehmet 6 Nisan’da geldi surların önüne 29 Mayıs’ta aldı, yani 53 gün. Yahu siz 70 gündür ne yapıyorsunuz Sur’da? Polis özle harekatı yetmiyor, jandarma özel harekatını sokuyorsun, yetmiyor bordo berelileri sokuyorsun, yetmiyor sualtı komando birliklerini sokuyorsun, o da yetmiyor korucuları sokuyorsun…

*** AKP tek başına iktidar olamayacağını görünce mi kontrollü çatışma sürecini başlattı?

Bu çatışma, yani MGK toplantısından sonra gündeme gelen mesele, 7 Haziran’dan sonra başlayacaktı. AKP oy kaybettiğini görünce bunu daha öne çekti ve kontrollü çatışma süreci başladı. 30 Ekim’deki Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı ve Çöktürme Eylem Planı’nın çıkmasıyla  HDP’nin seçime parti olarak girme kararı vermesi bu toplantı sonrasına rast geliyor. HDP, 7 Haziran’dan sonra savaş çıkacak, bağımsız olarak girsem savaş çıktığında milletvekilleri en fazla bölgelerine geri gidecek; eğer parti olarak girip yüzde 10 barajını aşarsam AKP’nin tek başına iktidarını engellerim ve barış sürecine katkı sunarım diye düşündü. AKP tek başına iktidar olamayacağını görünce kontrollü çatışma sürecini başlattı. Meselenin ikinci yanı eski devleti, yani eski genelkurmay devletini, de rahatsız eden bir şey var, Kürtlerin Kuzey Suriye’deki yapılanması.

‘AKP’de bir takım çatlaklar var ama tek patron Erdoğan’

*** AKP eski devlet tarafından yutuldu mu yoksa eski devlet AKP ile anlaştı mı? Ayrıca AKP’deki çatlaklara bakınca AKP ile Erdoğan’ı da ayırmak gerekir mi?

Ben ortak olduklarını düşünüyorum. AKP’de bir takım çatlaklar var ama tek patron Erdoğan. Erdoğan’ın geldiği yer de “üniter başkanlık.” Aslında “üniter” kısmı eski devlete ait, “başkanlık” kısmı da Recep Tayyip Erdoğan’a ait. Böyle bir “üniter başkanlık” formülünde anlaşmış gibi görünüyorlar. Bunda hem Kürtlerin yüzde 10 barajını aşması çok etkili oldu hem de Rojava’da ayrı bir kanton yapısına kavuşmaları ve özellikle Ortadoğu’da uluslararası güçlerin tek işbirliği yapabileceği seküler ve etkili bir silahlı güç olmaları. Çünkü IŞİD’a karşı hiç kimse PYD’nin sağladığı kadar başarı sağlayamadı. IŞİD’in durdurulma ve geriletilme noktasında PYD’nin çok büyük katkısı oldu, hatta tek güç olarak PYD görüldü. O yüzden Türkiye panikledi; başına ikinci bir Kuzey Irak meselesi çıkacak diye. 90’lı yıllarda Türkiye’nin kırmızı çizgisi Kuzey Irak’tı, şimdi aralarından su sızmıyor zaten tek dostumuz da orası kaldı. Ancak yine de orada başta yaptığımız hatayı burada yapmayacağız, bunu baştan engelleyeceğiz diyorlar. Bunun altında yatan neden de Kürt fobisi. Bir yanı bu, diğer yandan da Türkiye’nin kendi Kürtleri için ne düşündüğünün ipuçlarını görüyoruz.

*** Ne düşünüyor Türkiye kendi Kürtleri için?

Sınırı belirleyen Berlin-Bağdat demiryolu birçok aşireti ve aileyi de bölmüştür. Bir tarafta insanlar kendi kendilerini yönetecekler, kendi okullarını yönetecek, kendi meclislerini kuracaklar. Bir özyönetim modeli var. Karşı köyünüzde insanlar anadilinde eğitim görecek ve insanlar burada “neden burada da olmasın?” diyecek. Çıta yükselecek. Türkiye’yi korkutan da bu. Belki Barzani tarzındaki bir yönetime daha iyi bakabilirlerdi – uluslararası güçler için de bu geçerli – ama temeli Türkiye’de atılan, teorisi Türkiye’de hazırlanan ve burada önerilen demokratik özyönetim modeli şu anda sınırımızın öbür tarafında hayata geçmiş durumda.

*** Bu zaten olmuş. Şimdi Türkiye neyi önlemeye çalışıyor?

Bölgede Kürtlerin daha fazla ilerlemesini önlemeye çalışıyor. Kurulacak yeni Suriye’de özyönetim modeli olmamasına çalışıyor; kendi patronajında Kürtlerin de ezildiği bir model öneriyor Suriye’ye. Nasıl Türkiye’de tek millet, tek dil, tek bayrak anlayışı var, aynısını Suriye’ye de taşımak istiyor.

‘Baharda gerillanın devreye girmesiyle daha kanlı çatışmalar olma ihtimali var’

*** Bu işin sonu nereye gider? Çatışma daha çok sürer mi?

Bahara kadar bu iş bitmezse, baharda gerillanın devreye girmesiyle daha kanlı çatışmalar olma ihtimali var. İnanıyorum, bu iş masada bitecek ama bu masa ne kadar erken kurulsaydı o kadar Türkler ve Kürtler etrafında olurdu. Masanın kurulması geciktikçe, araya kan girdikçe Türkler ve Kürtler kendiliğinden masaya oturmayacaklar, başkaları, uluslararası güçler onları masaya oturtacak.

*** Bahsettiğiniz, AKP ile “eski devlet” arasında kabul gören “üniter başkanlık” formülü tutar mı? Tayyip Erdoğan başkan olabilir mi?

Genelkurmay, AKP, MHP ve CHP arasında savaş stratejisi konusunda belli bir anlaşma sağlandı. Anlaşma sağlanamayan nokta herhalde Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığıdır. Onun için de bölgede yaşananlar karşısında çok sessiz duruyorlar. CHP Genel Merkezi bazı örgütlerinin zorlamasıyla bölgeye heyetler gönderiyor. Ülkenin bir yerinden her gün ölüm haberleri geliyor, asker, polis, gençler ölüyor ve CHP sanki bunlar yokmuş gibi bir Atatürk resmini kim kaldırdı meselesiyle uğraşıyor. Böyle bir şey olabilir mi? CHP diyor ki Kürt sorunu mecliste çözülmeli. Evet, ama nasıl? Kürt sorunu nasıl çözülecek sorusuna henüz CHP yanıt vermedi. Anadilde eğitim konusunda ne öneriyor? Yerinden yönetim konusunda ne önerisi var? Kemal Kılıçdaroğlu’nun son kurultay konuşmasında bunların hiç biri yoktu, sonradan, ayıp olmasın diye birkaç şey eklendi. Halbuki Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorunudur. 30 senedir bu sorun var.

*** Kürtlerin eskiden Türkiye’den bir ayrılma talebi vardı. Şimdi yok. Özyönetim talebi var ve bu da zaten Türkiye’de diğer herkesin isteyebileceği faydalı bir şey. Bu Türkiye tarafından olumlu karşılanması gereken bir durum değil mi?

1993 yılında Öcalan’la röportaj yapmak üzere Bekaa Vadisi’ne gittiğimde Öcalan ayrı devlet kurmaktan vazgeçmişti. O zaman Cumhuriyet gazetesi yazı işleri müdürüydüm, hatta sorularımdan biri şu olmuştu, “ayrı devlet kurmayacaksan bu gerillanın işi ne?” Şimdi ayrı devlet meselesi özyönetime çevrildi. Kürtler ayrı bir devlet kuracağız dediği zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orada yaptığı zulüm mazur gösterilebiliyor, daha meşru kabul edilebiliyordu. Ama Kürt siyasi hareketi şimdi “Biz buradan ayrılmayacağız, burada kalacağız, tek, ortan vatan olacak ama biz kendimizi yönetmek istiyoruz” diyor. Devlet aklının şaştığı nokta burası oldu. Bu önerme, kendi kendini yönetim, sadece Cizre’nin, Nusaybin’in değil bütün Türkiye’nin, İzmir’in de, Trakya’nın da sorunu. Deresi üzerine HES yapılacak Rize neden deresiyle ilgili ne yapacağına kendi karar vermiyor da bunun kararı birilerine peşkeş çekilerek Ankara’dan veriliyor? Neden gelirler Rize’de kalmıyor da birilerinin cebine gidiyor? Ancak yine de önermeye Kürtlerin ayrılma planının parçası olarak bakılıyor. Kürtler zaten hep olağan şüpheli oldular. Neden? Çünkü bu devlet yapısı 20 milyon kişiye yoksun diyor. Cumhuriyetin kuruluşunda en çılgın proje Kürtlere yoksun demekti. Bu sefer baktık ki Kürtler varmış ama ya terörist ya da olağan şüpheli.

‘Şiddet uygulanmasını engellemek için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok’

*** Başbakan Mardin’de bir plan açıkladı: “10 ayaklı terörle mücadele planı.” Nasıl değerlendirdiniz bu planı.

Bugüne kadar her hükümet bu konuda bir plan açıkladı ama en komiği ve en çapsızı bu. Demokratikleşmeyi anayasa değişikliğine bağlıyor. İnsanların bu ülkede anadilde eğitim görmesi için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok. Şiddet uygulanmasını engellemek için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok. Yeni anayasa için ön şart olarak başkanlık sistemini getiriyor. Yeni anayasa AKP için başkanlık sisteminden başka bir şey ifade etmiyor. Bu çatışma ortamında yeni anayasa filan çıkmaz, çıksa çıksa hır çıkar. Mecliste yeni anayasa için 330’u bulamazsa seçime gidebilir.  Çatışma ortamı zaten AKP’nin işine geliyor. 1 Kasım seçimine de öyle gittik. Sandık başları askerler, polisler tarafından tutulmuştu.

*** Geçen hafta İçişleri Bakanı Efkan Ala operasyonların birkaç güne kadar biteceğini söylemişti ama operasyonlar sürdü. Bir yandan da Cizre’deki bodrum katında mahsur kalan kişilerle ilgili olarak TRT “60’a yakın terörist etkisiz hale getirildi” haberini yaptıktan sonra, Anadolu ajansı rakamı 8 olarak verdi, Genelkurmay 10. Devletin farklı kurumlarından farklı bilgiler gelmesini neye bağlıyorsunuz?

Gözlemimiz o ki bölgeye gönderilen polis ve özel harekatçıları kendi başlarına buyruk. Belli ki saraydan yönetilen bir yapı oluşturulmuş. Sağlık Bakanlığı ile görüşülüyor, başbakan talimat veriyor ve gidilsin yaralılar, cenaze alınsın deniyor ama giden sağlık ekibinin önü ekibinin önünü özel harekat kesiyor, “Başbakanın talimatıyla geldik” deyince “Sen git başbakanın gelsin” diyorlar. Başbakan Mardin’e geldiğinde Cizre’de sokağa çıkma yasağı kalkacaktı ama hala sürüyor. Herhalde başbakanın gücü yetmedi. Devletin görünen yüzüyle arazideki devlet güçleri farklı. Zaten TRT’de haberin 60 kişi çıkması, ertesi gün Anadolu Ajansı’nın 8 kişi, valiliğin 10 kişi diye açıklama yapıp genelkurmayın da buna ayak uydurması aslında devlet içindeki bir çekişmenin sonucu, hata filan değil. Devletin farklı kanatları farklı tutum aldılar, o yüzden değişik haberler gördük.

‘Esedullah, JİTEM ve Hizbullah’ın karışımıyla ortaya çıkmış bir örgüt’

*** Bölgede çekilen fotoğraflarda duvarlarda devlet güçlerinin bıraktığı Esedullah Timi gibi yazılar ayrıca 3 hilal resimleri gibi grafitiler vardı. Bunlar, orada görev yapan devlet güçleri hakkında bize ne anlatıyor?

90’lı yıllarda bölgede iki karanlık güç vardı; biri JİTEM diğeri de Hizbullah’tı. Bunlar devletle bağlantılı ama direk devletin birimleri olmayan karanlık uzantılardı. AKP iktidarı bölgede Kürtlerle savaş için bu iki uzantıyı resmileştirdi ve üzerlerine de üniforma giydirdi. Esedullah, JİTEM ve Hizbullah’ın karışımıyla ortaya çıkmış bir örgüt. Bölgedeki bazı tanıklıklardan şunu öğreniyoruz. Türkçe, Kürtçe ve Arapça bilenler bu güçlerin başka bir dil konuştuğunu söylüyorlar, bazı iddialara göre Çeçence konuşuyorlar. 90’lı yıllarda özel harekatçıların tabanca kabzalarında ya da yüzüklerinde bozkurt resmi olurdu. Gazeteciler bunu fotoğraflayabilmek için riski göze alırlardı. Şimdi duvarlara kendileri yazıyorlar. Bir de 90’lı yıllarda görev alan özel harekatçıların geri döndüğüne yönelik iddialar var.

*** Bölgede 90’lı yıllardaki deneyimlerinizden yola çıkarak Korku Tapınağı isimli kitabı yazmıştınız. Bugünkü durum üzerine kitap yazsanız ismi ne olurdu?

Bir kitap yazdım, daha çıkmadı: “Hendekleri, Barikatları Anlama Rehberi.” Bu süreç hala devam ediyor ve şu anda “korku tüneli” demek daha doğru çünkü bir korku tünelinden geçiyoruz ve nereye çıkacağı belli olmayan bir tüneldeyiz; karanlık ve hiç ışık görülmüyor.

‘Hem güvenlik hem de askeri açıdan büyük başarısızlık söz konusu’

*** İnsan hakları kuruluşlarının yaptığı çalışmaya göre çatışmalarda 250 kadar sivil kaybı var. Çatışmalar sürüyor ve sokağa çıkma yasakları 2 ayı geçti devam ediyor. Yaklaşık 200 kişinin hendeklerin kurulduğu yerlerde direnişte olduğu söyleniyor. Devlet güçleri, Türkiye’nin güçlü ordusu, 2 aydır 200 kişiyle mücadele edemedi mi? Bu durum, bu operasyonların başarısı hakkında bize ne anlatıyor?

Hem güvenlik hem de askeri açıdan büyük başarısızlık söz konusu. Sivil halkın olması fazla fütursuz davranmalarını engelliyor, görmek lazım. Çatışmaların olduğu hiçbir yerde hiçbir valilik sivil ölümleriyle ilgili açıklama yapmadı. Kürt sivillere düşman muamelesi yapılıyor. 1937’de Dersim’de sivil halkın, çocuk ve kadınların katledildiğini yıllar sonra öğrendik; o zamanki gazetelere göre ayaklanan bir grup asi vardı ve “imha ediliyor” du. Sanki AKP hükümetinin kamu düzeninden anladığı sadece hendek meselesi. Bölgede eğitim bitmiş, sağlık hizmetleri bitmiş, insan hakları yerlerde sürünüyor. Diyarbakır’da araba kazası yapsanız polis karakoldan çıkıp gelemiyor. Bu mu kamu düzeni? Şu anda kuşatma altındaki mahalleler, mesela, Cizre’de Nuh Mahallesi ve Cudi Mahallesi, 80’li yıllarda ortada yoktu. Bu mahallelerde yakılan dağ köylerinden aşağı indirilen köylülerin, Yeşilyurt’ta dışkı yedirilenlerin, faile meçhule kurban gidenlerin çocukları, torunları oturuyor. Onlar dünün taş atan çocukları. Ama öyle bir ceza maddesi getirdiler ki, taş atmakla silah atmanın cezası aynı oldu. İnsanlar da o zaman neden taş atayım diye ellerine silah aldılar. Bu devletin hazırladığı bir kompozisyondur. Sadece AKP’nin de değil, geçmiş devletlerin de bunda sorumluluğu var. AKP çözüm adı altında barışı elinde rehin tutmak istedi ve tutamadığını görünce savaşı tercih etti. Ana tablo bu.

‘Güneydoğudaki gazeteciler gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, dayak yemeyi, kafasına silah dayanmasını, hatta kurşunlanmayı söze alarak haber yapıyorlar’

*** Batıdan bölgeye Haber Nöbeti’ne giden ilk gazeteci grubundaydınız. Giden bazı gazetecilerden kimi gazeteciliğe saygı duyduklarından, kimi gerçeğe yaklaşmak ihtiyacından, kimi de gazetecilik dayanışması için bu işe kalkıştıklarını yazdı. Sizin amacınız neydi?


Birkaç nedeni vardı. Birincisi, oradaki meslektaşlarımızın kendilerini yalnız hissetmemeleri; oradaki Kürtlerin Türkiye’nin batısından iyice koptuklarını düşünmemeleri çünkü biz çözüm bulacaksak ortak çözüm bulmamız gerek diye inanıyorum. Bir de orada yaşanan gerçeği aktaran kanalların çoğalmasını sağlamak. Şu değil, oradaki gazeteciler baskı görüyor, haber yapamıyorlar, ulaşamadıkları haberlere ulaşalım değil çünkü oradaki arkadaşlar gözaltına alınmayı, tutuklanmayı, dayak yemeyi, kafasına silah dayanmasını, hatta kurşunlanmayı söze alarak haber yapıyorlar. Yapmadıkları hiçbir haber yok aslında. Sorun o haberlerin belli kanallar içinde sıkışıp kalması ve o gerçeklerin buradakilere ulaşmaması, adeta 1937’nin tablosu gibi. Temel amaçlardan biri bu kanalları açmaktı. Hatta orda genç gazeteci arkadaşlardan biri tanıdığım biridir, o 9 yaşındayken Lice’de köyü boşaltılmıştı. Şimdi Diyarbakır’da gazetecilik yapıyor. “Bizim size ihtiyacımız yok,” dedi. Dedim ki, “Bizim size ihtiyacımız var.” Çözüm ancak ortak bulunabilir. Bu ilk adım çok önemliydi. Türkiye’nin batısında yaşayanların da orada yaşananlara tamamen duyarsız olmadıklarını göstermek açısından da önemliydi. Türkiye’de yerlerde sürünen gazeteciliğin itibarını birazcık iade etmek açsından da önemli. Yeterli mi? Değil. Ancak üç insanın kafasında daha soru işareti oluşturabilirsek bu da önemlidir diye düşünüyorum. Bu nöbeti tutmak için başvuran çok sayıda gazeteci var. Herkes kendi olanaklarıyla katılıyor. Farklı siyasi görüşlerin temsilcileri oraya gitsin istiyoruz. 

Söyleşinin İngilizcesi burada.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder