Bu yıl 28
Şubat, tarihi bir gelişmeye sahne oldu. Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan,
PKK’ya silahlı mücadeleyi bırakma temelinde bir kongre çağrısı yaptı. Bunu
duyurmak üzere hükümet ve HDP yetkilileri 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de ortak bir
açıklama yaptı ve bu açıklamada çözüm süreci başlıklarının 10 madde olarak belirlendiği
söylendi. O günden beri pek çok haber “silahlara veda”, “silahları bırakma
çağrısı” gibi başlıklarla işin silah bırakma yönüne odaklandı, terör olmasaydı
Türkiye ekonomik olarak şu kadar daha gelişmiş bu kadar daha büyümüş olabilir
dendi; 30 senedir süren savaşın 35 binden fazla kişinin ölmesine yol açtığı, doğduğundan
beri savaş ve şiddetle yaşayan, yetim kalan binlerce çocuk olduğu ve yüzlerce
hanede nice acılar çekildiği pek fazla konuşulmadı. Öcalan’ın çağrısı, sonra da
yapılan ortak açıklama elbette önemli ve tarihi gelişmeler ancak bu koşulsuz
bir silahları bırakma çağrısı mı? Bu gelişmeler ne anlama geliyor? Hangi
adımların atılmasını bekliyoruz? AKP ile HDP arasında bir seçim ittifakı olma
olasılığı nedir? Terörizm ve güvenlik konularında uzmanlaşan, pek çok ülkede
saha çalışmaları yapan akademisyen Maya Arakon’a sordum.
*** Hükümet
ve HDP'nin ortak basın açıklaması ne anlama geliyor? Nasıl yorumlamak
gerek?
Seçim
sürecine girildiği bu günlerde iki partinin de kendi tabanına yönelik bazı
girişimleri olması çok normal. Anladığım kadarıyla hem Erdoğan hem Öcalan
seçimlere tarihe geçecek lider olarak geçmek isteğindeler.
*** Zaten
ateşkes yok muydu?
Ateşkesin
kalıcı olması için öncelikle resmi bir antlaşmanın olması gerekli. O açıdan
PKK'nin kongreye çağırılması önemli bir karar.
*** MHP
lideri tepki vermekte gecikmedi ve dedi ki PKK'nın silah bırakmasını beklemek
saflıktır. Milliyetçi çevrelerin katıldığı bu yoruma ne dersiniz?
MHP
liderinin saflık nitelendirmesine katılmayacağım zira orada bir niyet okuma var
ve siyaset, niyet okuma üstüne inşa edilen birşey değildir. Asıl saflık,
karşılığında hiçbir yasal güvence almadan PKK'nin silah bırakacağını
düşünmektir. Güney Afrika, Kuzey İrlanda ya da halihazırda devam eden Kolombiya
barış süreçleri de dahil olmak üzere, dünyadaki başarılı hiçbir barış sürecinde
örgütler, hükümet ya da devletlerden belli bir takım güvenceler almadan ve
yasal düzenleme, mesela bir barış antlaşması, olmadan silah bırakmamıştır.
Örgütlerin silah bırakması da öyle bir günde yapılacak birşey değildir zaten.
Uzun ve kademeli bir süreçtir ve bu süreçler uluslararası bir silah bırakma
komitesi tarafından da kontrol edilerek yönetilir.
*** Selahattin
Demirtaş'ın grup toplantısında söylediklerine göre ortada bir gariplik var:
Hükümetin bazı açıklamaları -- Demirtaş yüzünden barış açıklaması gecikmiş vb.
-- sanki Abdullah Öcalan ve PKK ile yürütülen süreç Demirtaş'ın dışında yürüyor
izlenimini veriyor. Böyle olması mümkün mü? Demirtaş açıkça "AKP'ye
güvenmiyoruz" dedi. Barış konusunda hangi adımı attın, hangi barış ve
demokrasi yasasını çıkardın ki diye sordu... Böyle bir güvensizlik ortamı
hakimken Öcalan ve hükümet hangi barış meselesinden bahsediyor?
***
Demirtaş’ın AKP’ye güvenmiyoruz demesi neye dayanıyor?
Kürt sorunu
bütüncül bir sorun, Türkiye demokratikleşmezse Kürt sorunu da çözülemez ve
Demirtaş bunun çok iyi farkında. Gittikçe diktatörleşme eğilimi gösteren, iç
güvenlik yasası gibi tüm vatandaşların hak ve özgürlüklerini kısıtlayan yasalar
çıkaran bir hükümet varken demokratikleşme zor.
***
Öcalan’la görüşen ve “İmralı heyeti” diye de tabir edilen HDP delegasyonu ile
Demirtaş’ın temsil ettiği HDP arasında bir bölünme var mı? Kürt siyasi hareketinde
bölünme olabilir mi?
Kürt Siyasi
hareketinde şu aşamada bölünme olmaz zira yüzde 10 seçim barajının olduğu bir
durumda Kürt siyasi hareketi bölünerek meşru siyaset alanının dışında kalma
riskini göze almayacak kadar deneyimli bir siyasi hareket. Demirtaş ve Öcalan
arasında görünürde somut verilere dayalı bir bölünme var demek mümkün değil. Zaten
ontolojik olarak da bunun realitede bir anlamı yok zira Öcalan PKK’nin lideri
konumunda ve daha da önemlisi hareketin kanaat önderi ve fikir üreten ismi,
Demirtaş ise siyasi parti lideri. Yani konumlarında da karşılaştırma
yapılabilecek şekilde bir paralellik mevcut değil. İkisinin mevcut duruma
yönelik kişisel siyasal algılarında elbette farklılık olması mümkündür ama
bunun Kürt siyasi hareketinin ivmesini değiştirecek bir yönü olduğunu
düşünmüyorum. Nihayetinde hem Kandil hem de HDP açık açık Öcalan’ın önderliğini
tanımaktadır. Bu noktada bölünmeden bahsedecek somut bir delil yok elimizde.
“Niyet okumak” da siyaset biliminin alanına girmez.
“Öncelikle
mutlak surette bir yasal altyapı oluşturulmalı”
*** Demirtaş'ın
yakınlarda bir televizyon programında açıkladığı, hükümet ile İmralı arasındaki
görüşmelerin kilit noktasını oluşturduğu söylenen taslak metindeki 10 maddeye
bakınca ne görüyorsunuz? Görüşmelerden bunca zaman sonra içerik daha dolu
olamaz mıydı?
Bundan daha
ileri bir taslak metin şu aşamada çıkamazdı zaten, teknik ve yasal bir altyapı
yok çünkü daha gelişmiş ve detaylandırılmış bir metin çıkması için. Bunu bir
"iyi niyet belgesi" olarak ele almak ve bunun üzerine daha
geliştirilmiş ve yasal bir statüye kavuşturulmuş bir metin çıkartmak gerekli.
Yani ortaya çıkacak metnin iki taraf için de belli bir bağlayıcılığı ve motive
edici özelliği olması lazım ki metne ve barış sürecine sadık kalınsın, iki
taraf da "masadan kalkan taraf" olma sorumluluğunu alamayacak hale
gelsin -- bağlayıcılıktan kastım biraz da bu. Aksi halde en ufak bir
anlaşmazlıkta olay inceldiği yerden kopabilir.
*** Daha
somutlaştıralım o halde durumu. Bu iyi niyet belgesinin ötesinde neler olmalı?
İlk olarak yapılması gerekenler neler? Bir kaç madde ile sıralamak mümkün mü
bundan sonra neler olmalı yönündeki beklentileri?
Öncelikle
mutlak surette bir yasal altyapı oluşturulmalı. Diğer barış süreçlerinde bu
yasal düzenleme bir ulusal barış antlaşması şeklindeydi. Burada da böyle bir
şey uygulanabilir. Ateşkes devam etmeli, ancak tabii en önemlisi iktidar
partisinin HDP ve Kürt siyasi hareketine yönelik ötekileştirici dili bırakması
gerekli. Sonuçta barış her kesimin katkısıyla gelecek, şu aşamada birbirine
düşmanca tavır sergileyip Kürt siyasi hareketini bölmek istercesine söylemlerde
bulunmak doğru değil.
“Pek çok
Türk hâlâ 90’lardaki devletçi söylemden besleniyor”
*** Kobane
zaferinin Türkiye'deki Kürt siyasi hareketi için önemine değinelim biraz da.
Yukarıda da değinmiştin, “PKK savaşçılarının bir amacı var ve onu elde etmeden
neden durduk yere silah bıraksınlar, hem de Batı ve Ortadoğu ülkeleri nezdinde
IŞİD'e karşı savaşta önemli bir meşruiyet ve prestij kazandıkları bir dönemde…”
Kürtler Kobane zaferine rağmen barış görüşmelerine devam ettiğine göre
Türkiye’de milliyetçi çevrelerde var olan “Kürtler barış istemiyor”, “Asıl
istedikleri Türkiye’den ayrılıp ülkeyi bölmek”, “Savaştan besleniyorlar” gibi argümanlar
çürümeye başlar mı?
Türklere bu
konunun nasıl anlatıldığı önemli bu noktada. Pek çok Türkün hâlâ 90’lardaki
devletçi söylemden beslendiğini, o söylemi yeniden ürettiğini görüyoruz. Bunun
temel sebeplerinden biri kimsenin gerçek anlamda sorunun ne olduğunu bilmemesi,
ve üzerine araştırma dahi yapmadan hamasi söylemlerle günü geçiştirmesi. Ancak
bir diğer sebep de ana akım medyada kullanılan düşmanca, ötekileştirici ve
şovenist dil elbette. Habercilerin kullandığı milliyetçi-şovenist dilin çoğu
zaman gerçek olayları anlatmakta son derece yetersiz ve manipülatif olduğunu
görüyoruz. Bu bakımdan, Türklerin konuyu öğrenebilecekleri iletişim kanalları
da devlet ve onun ideolojik aygıtları tarafından manipüle ediliyor. Bunun
elbette bir amacı Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskıyı daimi surette aynı
yoğunlukta tutarak onları belli seçimlere zorlamak. Yani devlet, medya
aracılığıyla bu konuyu, yani Türklerdeki “bölünme” korkusunu Kürt siyasi
hareketine karşı kullanıyor demek mümkün. Daha önce de belirttiğim gibi,
dağdakiler ve çatışmanın acısını her gün yaşayanlar, bölge halkı barışı
herkesten çok istiyor. Doğduğundan beri şiddet ve savaştan başka hiçbir şey
görmeyen çocuklar var orada. Barış geldikten sonra bunların topluma
entegrasyonu, normalizasyonu gibi konular da gündeme gelecek, ki bunlar da çözümü
hiç kolay sorunlar değil açıkçası. *** CHP
lideri Kemal Kılıçdaroğlu ısrarla AK Parti ile HDP arasında bir seçim ittifakı
olduğunu ve barış sürecinde bir gelişme olmayacağını, açıklamaların tamamen
“aldatmaca” olduğunu ileri sürüyor. Bunu somut olarak ispatlayamasa da neden
ısrarcı olduğu konusunda görüşleriniz neler?
HDP’nin halk
nezdinde beklenmedik bir yükselişi var. Bu da CHP’den HDP’ye oy kayması riski
demek. Sanırım Kılıçdaroğlu bu riski bertaraf etmek için böyle bir iftira atma
yöntemi kullanıyor zira somut deliller olmadıkça “aralarında anlaştılar” demek
sadece iftira atmaktır. Somut delili varsa da ortaya çıkarmalıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce de HDP’nin AKP ile anlaştığı yönünde bir
söylem vardı ve yalan olduğu ortaya çıktı. Selahattin Demirtaş da bunu birçok
kez inkar etti zaten ekranlardan. Daha ne yapmaları gerekiyor CHP ve
Kılıçdaroğlu ekibini ikna etmeleri için bilmiyorum. Kaldı ki neden Kürt siyasi
hareketi masum olduğunu ispatlamak zorunda olsun ki? Suçlayan tarafın suçun
sabit olduğunu ispat etmesi gerekir, masum olanın masumiyetini değil. Hukukta
da bu böyledir, suçu isnat edemiyorsan susacaksın.
“Türkiye
IŞİD politikasında U dönüşü yaptı”
*** Süleyman
Şah Türbesi’nin Türkiye sınırına taşınmasını hükümet bir halkla ilişkiler
kampanyasıyla kahramanlık destanına dönüştürmeye çalıştı, başarılı oldu mu?
Kendi
kitlesi nezdinde başarılı olmuş olabilir ancak ne uluslararası basın ve siyasi
çevreler, ne de Türkiye’deki muhalif basın bunu bu şekilde okumadı.
***
Türkiye’nin IŞİD politikasındaki değişiklikleri hangi faktörlere bağlıyorsunuz?
Uluslararası
toplum ve siyasal çevrelerden gelen baskılara bağlıyorum. İçeriden gelen baskı
da elbette önemli. Bütün dünyanın tehdit olarak algıladığı bir örgüte dini
kardeşlik ve kişisel sempati paydası üzerinden yardım ve yataklık yapamazsınız.
Bunun bedelini çok ağır ödetirler size. Türkiye yönetimi de bu gidişatı görmek
zorunda kaldı. “Zorunda” diyorum zira IŞİD karşıtı uygulamaların çok da gönüllü
yapılmadığı çok net ortada. Kobane olaylarını hatırlayın, Türkiye yardım
koridorunu açmamak için ne kadar direnmişti. Sonra ne oldu? ABD “koridoru
açacaksın” dedi, ve Türkiye’nin IŞİD politikası bir anda U dönüşü yapmak
zorunda kaldı.
*** Türkiye’nin
değişen tutumu, Batı ile bu konuda soğuyan ilişkileri düzeltebilir mi? Türkiye
Batı nezdinde kaybettiği prestiji geri kazanabilir mi?
Kısa vadede hayır. Kaldı ki bunun için ortaya
siyasal bir proje koyulması lazım ve o da yok. İktidar partisi şu an için
sadece hazirandaki genel seçimlere odaklanmış görünüyor, dış politikada gelinen
durumu ise tam da bu amaçla kullanıp, hem AB hem de diğer bazı Batılı
müttefikleri sürekli azarlaması bu yüzden, kendi seçmenini hamasi söylemle
konsolide etme arzusundan. Nihayetinde “milli irade”ye yönelik “Batı’ya kafa
tutan güçlü tek adam” imgesi üzerine kurulmuş ve uzun zamandır da işe yarayan
bir imaj çalışması söz konusu. En son CB Erdoğan’ın Küba’dan ABD Başkanı
Obama’yı azarlaması, Batı’daki Türkiye ve Erdoğan algısını ya hiç
anlamadıklarını, ya da hiç umursamadıklarını gösterdi. Financial Times, NY
Times, The Independent ve Guardian gibi önemli int’l gazetelerde sürekli
Erdoğan’ın otoriter yaklaşımının ve kişisel hırslarının Türkiye’nin itibarını
nasıl yok ettiğine dair yazılar yayınlanmakta. Dış politikada bunların dikkate
alındığına işaret eden bir gelişmeyi henüz görmüyoruz.
*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***
2014'ün Temmuz ayındaki söyleşimizde de Maya Arakon, Kürt oylarının cunhurbaşkanlığı seçiminde belirleyici rol oynayabileceğini ve "barış süreci" başladığından bu yana hükümetin somut adımlar atmadığını söylemişti. Ayrıca hem Türkiye içindeki hem de dışındaki Kürt hareketinin Recep Tayyip Erdoğan'a güvenmediğini belirtmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder