25 Mart 2015 Çarşamba

Kadına şiddet devlet iradesi olmadan önlenemez

Araştırmalar Türkiye’de kadınların eşi ya da birlikte olduğu erkekten maruz kaldıkları fiziksel ve/veya cinsel şiddet oranını yüzde 38, yani her 10 kadından 4’ü olarak gösteriyor. Ancak zamanla değişen bir şey var, o da şiddetin seviyesinin arttığı, kadınların gördükleri şiddetten ötürü ciddi tedavi görmeleri gerektiği – tabii hayatta kalırlarsa. Kadın cinayeti verileri ürkütücü; kadınlar kendi hayatı ile ilgili kararları kendileri almak istediği için öldürülüyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu her gün öldürülen kadınların çetelesini tutuyor ve değerlendirmeler yapıyor:

“2015’in ilk ayında kadınlar yüzdelik 70 oranında kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü. 20 kadın kardeşimizin öldürüldüğü ocak ayında, kadınların yüzde 55’i kocası, eski kocası, erkek arkadaşı, nişanlısı gibi birlikte olduğu kişiler tarafından öldürülürken, ayrılmak istediği için öldürülen kadınların oranı yüzde 15.

Kadına karşı şiddeti ve cinayetleri önlemek için gereken pek çok yasal düzenleme yapıldı ancak uygulama çok yetersiz. Bunun için de devlet iradesi gerekli çünkü yasaların uygulanması için bütün kurumların işbirliği içinde kadını korumak için çalışması gerekiyor.

Bu haftaki söyleşi konuğum, Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu, tam da bunu söylüyor. Kendisi söylediklerini destekleyen kapsamlı araştırmalara da imza atan isimlerden biri. 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi, Nüfus Etütleri Enstitüsü’nde "Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması" proje koordinatörü; ayrıca 2008’de benzeri yapılan araştırmanın da saha koordinatörüydü.

Kadın hakları örgütlerinin temsilcileri  yeni araştırmanın bir türlü basına açıklanmamasını eleştirdiler, artan şiddet rakamları saklanıyor dediler. Bunların hepsini ve daha fazlasını Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu'na sordum.




*** Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün 2008 yılındaki şiddet araştırmasından sonra 2014 yılına kadar yeni bir araştırma yapılmamasının sebepleri nelerdir?

Sosyal konularda değişim çok kısa zaman aralıklarında gerçekleşmez. Bu nedenle, toplumsal değişimleri görebilmek için daha uzun zaman aralıklarına ihtiyaç vardır. Kadına yönelik şiddet konusunda yürüttüğümüz her iki araştırmanın da amacının temelde, kadına yönelik şiddet yaygınlığını ortaya koymak olduğu düşünülürse altı yıl gibi zaman aralığında şiddet yaygınlı açısından önemli bir değişim olmaması da bu durumu doğrular niteliktedir. İki araştırma arasındaki yaklaşık altı yıllık aranın bile çok uzun olmadığını belirtmek isterim. Biz araştırma sonuçlarından yola çıkarak, bu araştırmaların on yıl sonra tekrarlanmasını ama arada farklı amaçları olan, daha çok anlamayı hedefleyen nitel araştırmaların yapılmasını önerdik.

*** Bakanlığın -- ya da üniversitenin -- kadına yönelik şiddet konusunda tuttuğu bir çetele var mıydı? En basitinden günde, ayda, 6 ayda, yılda kaç kadın hangi sebeplerle öldürüldü gibi…

Bakanlığın böyle bir çalışması olup olmadığını bilmiyorum. Ama bizim Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü olarak böyle bir çalışmamız yok. Öldürülen kadınlarla ilgili kayıtların zaten Adalet Bakanlığı istatistikleri tarafından tutulması gerekiyor.

Raporun tanıtımına basın çağırılmadı

*** Mart ayı başlarında Aile Bakanlığı basın ofisini aradım ve araştırmanızın bir kopyasını talep ettim ancak çalışmanın henüz tamamlanmadığını ve ellerinde olmadığını söylediler. Çalışmanızı bakanlığa gönderdiniz mi? Bakanlık çalışmayı kamuoyuna açıklayacak mı, ya da üniversite?

Bakanlığa Eylül ayında sunduk ama şekilsel bazı düzeltme talepleri oldu. Çalışma Pazartesi baskıya giriyor. Bakanlık 30 Aralık’ta Ankara’da toplantı yaptı ve basını çağırmadı. Biz özet raporu sunduk. Çalışmanın basımı yapıldıktan sonra sivil toplum kuruluşları, kadın örgütleri, milletvekilleri, bakanlık il müdürlükleri ve kütüphaneler gibi bir dağıtım listemiz var, onlara göndereceğiz. Basından da talep olursa çalışmayı verebiliyoruz.

*** Kaç kadının erkekler tarafından öldürüldüğüne dair Aile Bakanlığı ya da siz düzenli olarak kayıt tutuyor musunuz?

Bakanlıkta böyle bir kayıt tutuluyor mu bilmiyorum ancak bizim üniversitede böyle bir çalışmamız yok; biz sosyal araştırmalar yapıyoruz. Bu tür kayıtları tutmak Adalet Bakanlığı’nın işi.

*** Kadın hakları örgütleri devlet kurumlarının bu tür kayıtları sağlamadığından şikayetçi. Siz bu rakamlara ulaşmakta zorluk çekiyor musunuz?

Bakanlığın rakamları sayıyı daha az gösteriyor; zaten Türkiye’de kayıt sistemi sorunlu. Rakamları kadın örgütlerinin kayıtlarından takip ediyorum.

10 kadından sadece biri kurumsal destek arıyor

*** 2014 araştırmasında kurumları acil harekete geçirmesi gereken sonuçlar var mı?
Araştırmanın önemli sonuçlarından biri, şiddete maruz kalmış olan 10 kadından sadece 1’inin şiddetle mücadele için kurumsal destek araması; bu demektir ki bu alanda çalışan tüm kurumların hizmetlerini yeniden değerlendirmeye ihtiyaçları var. Şiddete maruz kalındığında başvurulacak kurumlar olan polis, hastane, savcılık, belediye, ŞÖNİM ya da sivil toplum kuruluşlarına başvuruların artmasını sağlamak amacıyla, kurumların şiddetle mücadele konusundaki çalışmalarının tanıtımı ve burada hizmet veren personelin niteliklerinin iyileştirilmesine yönelik tüm kurumların harekete geçmesi gerekiyor. Ayrıca, kurumlar arasında iş birliğinin sağlanması da çok önemli bir konu.

*** Bu sonuç kadınların “6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair” 2012’de yürürlüğe giren kanundan faydalanamadığı anlamına mı geliyor?

Şiddete maruz kalan kadınlar arasında kurumlara başvuranların sayısı çok az olduğu için, bu kadınlar arasında 6284 sayılı kanundan yararlananların da sayısı oldukça düşük. Kadınların büyük oranda 6284 sayılı Kanun’dan haberdar olduğunu biliyoruz, ancak başvurunun az olması kanundan yararlanmanın haberdar olmaktan çok az olmasını getiriyor.  

AB üyesi ülkelerde şiddet yüzde 22

*** Türkiye’de elde edilen sonuçları uluslararası araştırmalarla karşılaştırma olanağınız var mı? Böyle bir çalışma yoksa birikiminiz neyi gösteriyor; Türkiye dünya ülkeleri arasında kadına şiddet konusunda hangi ülkelerle yan yana yer alıyor?

Farklı ülkelerde yapılan araştırmalar arasında karşılaştırma yapabilmek için,  ülkeler arasındaki kültürel farklılıklarını dikkate alan, kadının toplumdaki yerine ilişkin bilgiyi de içeren tarzda çalışmalar yapılması tabi ki en doğru olan. Örneklem açısından farklılıklar olmasına rağmen, kabaca bir karşılaştırma yapacak olursak Dünya Sağlık Örgütü’nün10 ülkenin 15 bölgesinde yürüttüğü araştırmalar ile karşılaştırabiliriz. Türkiye’de 2008 ve 2014 yıllarında yürüttüğümüz iki araştırmada da DSÖ’nün soru kağıdını Türkiye için adapte ederek kullandık. DSÖ’nün araştırmaları 2005 yıllarında yapılmış olan, ancak ülke temsili yerine belirli kentler ile belirli illere ilişkin şiddet yaygınlığını ortaya koyan çalışmalar. Bu araştırmalarda fiziksel ve/veya cinsel şiddet yaygınlığı yüzde 15 (Japonya kent) ile yüzde 71 (Etopya il düzeyinde) arasında değişiyor. Türkiye genelindeki fiziksel ve/veya cinsel şiddet yüzdesi Peru (kent düzeyinde yüzde 69)ve Bangladeş (kent düzeyinde yüzde 62) tahminlerinden düşük iken, Japonya (kent düzeyinde yüzde 15), Sırbistan Karadağ’dan (kent düzeyinde yüzde 24) daha yüksek.

Son dönemde yapılan bir başka çalışma, yöntem açısından farklılaşmakla birlikte, 2013 yılında Avrupa Birliği’ne bağlı 28 ülkede gerçekleştirilen şiddet araştırması. AB üyesi ülkelerin fiziksel ve/veya cinsel şiddet yaygınlığı ortalama yüzde 22; ülkeler arasındaki şiddet yaygınlığı da yüzde 13 ile 32 arasında değişiyor. Türkiye’nin fiziksel ve/veya cinsel şiddet yaygınlığı bu rakamların üzerinde – yüzde 38.

Şiddet gören kadınların yarısı ciddi tedavi gerektirecek kadar yaralanmış

*** 2008 yılında gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nın sonuçlarına göre incelendiğinde her on kadından dördünün fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştı. Bu rakam yeni araştırmada nedir?

2014 araştırmasında da sonuç benzer düzeyde, eşi ya da birlikte olduğu erkekten kadınların maruz kaldıkları fiziksel ve/veya cinsel şiddet yüzde 38 yani her 10 kadından 4’ü.

*** 2008 araştırması ile 2014 araştırması arasında yakaladığınız bariz farklar neler? Bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Ülke genelindeki fiziksel ve/veya cinsel şiddet yaygınlığı aynı olmakla birlikte, her iki araştırma sonucu da evlenmiş her 10 kadından 4’ünün fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmış olduğunu gösteriyor. Ancak, son araştırmada maruz kaldıkları şiddet sonucunda yaralanan kadınların yaklaşık yarısının (yüzde 47) tedavi gerektirecek kadar yaralanması, şiddet mağdurlarının daha ağır şiddet biçimleriyle karşılaştıklarını ortaya koyuyor.

Diğer bir farklılık ise, kadınların yaşamlarının herhangi bir döneminde maruz kaldıkları şiddet yaygınlığının bölgeler arasında değişmesi. 2008 araştırmasında şiddet yaygınlığının daha yüksek olduğu bölgelerde bir azalma söz konusu. Özellikle Doğu ve Karadeniz bölgelerindeki şiddet düzeylerinin azaldığı, Batı Anadolu bölgesinin ise ilk araştırmadaki düzeyi koruyarak, en yüksek fiziksel ve/veya cinsel şiddet düzeyine sahip olduğunu gördük. Araştırma sonuçları bu farklılaşmanın nedenlerini ortaya koymuyor, sadece var olan durumun bir fotoğrafını çekiyor. Bu nedenlerin anlaşılması için nedenleri anlamaya yönelik nitel araştırmaların yapılması ve derinlemesine incelenmesi gerekiyor. Şiddetin azaldığı görülen bölgelerdeki kadınların durumlarının incelenmesi, göçün dikkate alınması ya da şiddet yaygınlığının azaldığı bölgelerde kadın örgütleriyle görüşülmesi ve bu bölgelerde kadınlara yönelik çalışmaların değerlendirmesinin gerekli olduğunu söyleyebilirim.

Şiddete en çok maruz kalan grup erken evlenen kadınlar

*** Araştırma şiddete en çok maruz kalan kadınlardan bir grubun erken evlenen kadınlar, diğerinin de boşanmış ya da ayrı yaşayan kadınlar olduğunu tespit ediyor, şiddeti de en çok eski eş uyguluyor. İlk olarak, Türkiye’de neden hala erken evlilikle mücadele edilemiyor? İkincisi, boşanmak isteyen kadının neden hala eski eş tarafından tacize ve şiddete uğradığına dair görüşleriniz neler?

Erken evlilik konusunda, yasal evlenme yaşının 17 olmasına ve resmi nikah kıyılmadan önce dini nikahın kıyılmasının yasal olmamasına rağmen, erken evlilikler halen dini nikahın önce yapılması nedeniyle devam ediyor. Bu açıdan yasal düzenlemelerden çok, toplum tarafından erken evliliklerin meşru görünmesi önemli. Erken evliliklerde büyük oranda aileler karar verici oluyor. 18 yaşından önce kız çocuklarını evlendiren aileler hem ekonomik sorunlar nedeniyle, hem kız çocuklarını zaten başka bir aileye gideceği düşüncesiyle yetiştirdikleri için, hem de kızlarının “namusuna” herhangi bir şey zarar gelmeden evlendirmek istedikleri için bu evlilikleri tercih ediyor. Önemli olan ailelerin bu konudaki görüşünü değiştirmek, bu evliliklerde dini nikahı kıyan imamların nikah kıymasını engellemek, ailenin yakın çevresinin ve evliliğin gerçekleştiği yerleşim yerindeki tüm kamu görevlilerinin bu konuda duyarlılığını artırmak ve toplum genelinde bu evliliklere göz yummamak bence. Asıl mücadele edilmesi gereken, erken evliliklerin kız çocuklarının hayatına getirdiği dezavantajların, daha fazla şiddete maruz kalma riskine sahip olduklarının ve ne tür sonuçlar doğurduğunun anlatılması diye düşünüyorum.

Boşanmış ya da ayrı yaşayan kadınların, daha çok eski eşleri, nişanlıları ya da sevgilileri tarafından tehdit edildiğini ve ısrarlı takibe maruz kaldıklarını görüyoruz. Araştırma sonuçları arasında, boşanmanın nedeni olmadığı için bu kadınların şiddete maruz kaldıkları için mi ayrıldıklarına cevap veremeyiz. Ancak, bu konuda benim görüşüm, evliliğin sona ermesi ya da sona erme ihtimaliyle birlikte, erkeklerin otoritelerini kaybetme korkusuyla karşı kaşıya kalmış olmaları, hatta bu şiddetin büyük oranda ölümle sonuçlandığına da medyadan tanık oluyoruz. Kadınların daha çok haklarının bilincinde olması ve eskiye oranla kendi hayatlarına sahip çıkma isteklerinin erkeklerde çok büyük bir tedirginlik yarattığını düşünüyorum.

Bazı erkekler kadın itaat etmeyince şiddet uyguluyor

*** Hükümetin “annelik” olgusunu son derece yüceltici söylemler kullanmasına rağmen hem 2008 hem de 2014 araştırmasından çıkan sonuçlara göre gebe kadınlar da şiddete maruz kalıyor ve bu oranda pek bir değişiklik yok. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Gebelik döneminde şiddetin her iki araştırmada da benzer düzeyde olması ve devam etmesi, fiziksel şiddet uygulayan erkekler açısından gebeliğin önemli olmadığına dikkat çekiyor bence. Son dönemde daha çok gündeme getirilen annelik söyleminin ise, kadınları şiddetten korumaya yetmediğini gösteriyor. Annelik söyleminin yanı sıra ailenin güçlendirilmesinin daha fazla dile getirilmesi, kadınları ayrı bireyler olarak ele almadığı için kadına yönelik şiddetin özellikle aile içinde üzerinin örtülmesine neden oluyor diye düşünüyorum. Ataerkil ideolojiyi içselleştirmiş toplumumuzda, şiddet uygulayan erkekler açısından, şiddet uygulanması çok önemli bir sorun gibi görünmüyor, erkeklerin büyük oranda kendilerine itaat edilmemesi durumunda karşısındaki kadının durumuna bakmadan şiddet uygulayabiliyor.

Kız çocukların erkeklerle aynı haklara sahip olduğu işlenmeli

*** Kadına karşı şiddeti önlemek için hükümetin atması gereken acil ilk 3 adım ne olmalıdır?
Kadına yönelik şiddeti önlemek için öncelikle kız ve erkek çocuklarının yetiştirilme biçimlerinden işe başlamak gerekiyor. Kız çocuklarının da erkek çocuklar ile aynı haklara sahip olduğunu dile getiren, kız çocuklarının eğitim haklarının önemine vurgu yapan bir eğitim sisteminin inşa edilmesi öncelikli konuların başında. Bunun sağlanması için özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapılması, toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinin anaokullarından itibaren tüm eğitim kademelerinde müfredata dahil edilmesi gerekli. Tabi ki bu dersleri anlatacak nitelikli öğretmenlere de ihtiyaç var. O nedenle, birçok meslek grubu için de bu eğitim programlarının formal eğitim dışında da gündeme alınması gerekli.

Kadına yönelik şiddet maruz kalma riskinin daha fazla olduğu kadın gruplarından biri olan 18 yaşından önce evlenen kadınları şiddetten uzak tutmak adına erken evlilikler ile mücadele edilmesi gerekiyor.

Şiddete maruz kalan kadınlara ise, kurumsal başvuru mekanizmalarını kullanmalarını teşvik edecek düzeyde destek olmak, kurumların tanıtımını yapmak, kurumsal hizmetleri iyileştirmek, kadınların güçlenmelerine katkıda bulunmak önemli. 6284 sayılı Kanun, kadınlara önemli oranda koruyucu tedbir kararları içeriyor, ancak Kanun’un uygulamadan kaynaklı sorunlarının ortadan kaldırılmasına yönelik acil çalışmalar yapılması gerekli. Öncelikli olarak sorunların tespit edilmesi ve alınan tedbir kararlarının hayata geçirilmesini sağlamak önemli. Bu alanda çalışan tüm kurumların işbirliği içinde çalışmaları da ayrıca hayati önem taşıyor diyebilirim.

Kadın-erkek eşitliği üst düzeyde vurgulanmalı

*** Devletin şiddeti önlemede atacağı en önemli adımları arasında toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapılması diyorsunuz. Ancak devletin en üst kademelerinde istikrarlı olarak tam tersi söylem mevcut -- sağlık bakanı anneliğin en önemli kariyer olduğu, başbakan kadın erkek eşitliğine inanmadığını tekrar ederken aile bakanı İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış yollarını arıyor. Bu durumda kadına şiddetin artmasından mı endişe duyuyor musunuz?

Kadın-erkek eşitliğinin toplumda üst düzeyde vurgulanması gerek. Bu çok önemli çünkü olmadığı zaman şiddet artabiliyor, zaten Türkiye toplumunda erkek kadına şiddet uygulayabilir diye yarı normal karşılanıyor, bir de üst düzeyden kadın-erkek eşitsizliği vurgulanmaya devam ederse durum daha da kötüleşebilir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması için gerekli olan yasal alt yapıya sahibiz.  Ayrıca, CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) ve İstanbul Sözleşmesi gibi bu alandaki önemli uluslararası sözleşmelere imza atmış bulunuyoruz. Bunlar oldukça önemli kazanımlar ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin olmazsa olmazları. Şiddetle mücadele için siyasi bir irade gerekli. Aksi takdirde kadına yönelik şiddet sorunu ülkenin önemli sorunları arasında ilk sıralarda yer almaya devam edecek görüşündeyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder