Bu haftaki konuğum Haluk Özdalga ile karşılıklı oturup
söyleşiye başladığımızda ilk sorum, yeni kitabındaki (Çoğulcu Toplum ve
Demokrasi) ilk bölümde 12 Eylül 1980 askeri darbesine yaptığı göndermeler oldu
çünkü şöyle diyordu:
“Şimdi bir kez daha temel hak ve özgürlüklerin ezildiği,
hukuk devletinin askıya alındığı, demokratik rejimin meşruiyetini yitirdiği bir
dönem yaşıyoruz.”
Birey devlet karşısında 1980’li yıllardan beri bu kadar
güçsüz olmuş muydu diye sordum?
Özdalga şöyle yanıtladı:
“80’lerden beri değil, Türkiye çok partili rejime geçtiği
50’lerden beri devlet ve siyasi iktidar özgürlükleri hiç bu kadar ağır baskı
altında tutmamıştı. 50’lerden beri bu kadar kaba ve fütursuz bir şekilde
anayasanın ihlal edildiği, kanunların ihlal edildiği, mahkemelerin kaba bir
şekilde iktidarın ermine bağlandığı bir dönem yaşamadık; medyanın bu kadar ağır
bir tehdit altında olduğu bir dönemi yaşamadık. 50’ler, 60’lar, 70’leri ve askeri
diktatörlüğün olduğu farklı dönemleri düşünün, basın ve ifade özgürlüğü bu
kadar ayaklar altına alınmamıştı.
Tabi bunun ardından hemen Kürt sorununun devlet tarafından inkâr
edildiği, Kürtlerin büyük baskılar altında ezildiği 80’li ve 90’lı yılları
sormam gerekti. Yanıt:
“Evet, Kürt Bugün Kürt sorunu bakımından çok zor yıllardı.
Bugün Kürt sorununun tartışılması Kürtlerin kendi mücadelesi sayesinde mümkün.
İfade özgürlüğü ya da yargı özgürlüğü açısından bakarsanız, o kalmadı. Hükümet
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu da (HSYK), Yargıtay’ı da kendine bağladı
ve özel mahkemeler olan Sulh Ceza Hakimlikleri’ni kurdu. Ayrıca iktidara karşı
eleştirisi olan şirketleri ezdi. Ne askeri dönemde ne de 1950’lerin Demokrat
Parti döneminde böylesi yapılmamıştı.”
Söyleşimizin üzerinden iki gün geçti, 12 Eylül darbesinin
mimarı Kenan Evren’in ölüm haberini aldık. Sosyal medyada bu konuda görebildiğim ilk
oluşan etiket (“hashtag”) #kötübilirdik oldu… Bunun nedeni sayılarla ifade
edilemeyecek denli acı. Olanların tek sorumlusu Evren olmamasına rağmen, kendisi en önemli aktör. TBMM darbeleri araştırma komisyonunun 2012 raporlarını merak
eden olursa uyarayım, sarsılmadan okumanın imkânı yok. Yaşananları bir nebze somutlaştıran
rakamlar şöyle:
650.000 kişi gözaltına alındı; 1 milyon 683 bin kişi
fişlendi; açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı; 7 bin kişi için idam
cezası istendi; 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası
verilenlerden 50'si asıldı.
İdam edilenlerin arasında tarihe en çok damga vuran 17
yaşındaki Erdal Eren oldu. Kenan Evren bu kararlarını savundu. 2006 yılında bir
televizyon programında ise şöyle dedi: "Vicdan azabı çekmedim. O idam
edilenlerin niçin idam edildiğini bir bilseniz. Elim titremedi, elimiz
titremedi."
Darbe liderlerine yargı muafiyetinin anayasadan
kaldırılmasının ardından 2012 yılında hakkında hazırlanan iddianamede ise
işkence ile ilgili sözleri akılla alay ediyordu:
"Evet, itiraf ediyorum. Hapishanelerde işkencelere
engel olamadık. Birçok insan bu yüzden sakat kaldı, öldü. O kadar rica ettik.
Yapmayın filan diye. Ama bizi dinlemediler. O gardiyanlar yok mu; ah o
gardiyanlar... Onlar yapıyorlardı (...) İşkence yaptılar. Fena muamelede
bulundular. Çok rica ettik, yapmayın falan dediysek de maalesef dinletemedik,
bu müessif olaylar oldu."
Kenan Evren’in nasıl cumhurbaşkanı yapıldığını hatırlayanlar
biliyor. 7 Kasım 1982’de halk oylamasına sunulan Anayasa’ya, Evren’in cumhurbaşkanı
seçilmiş sayılması da bir hüküm olarak kondu. Darbeciler, çıkardıkları “1982
Anayasası’nın Halk Oyuna Sunulması Hakkındaki Kanun” la, Anayasa tasarısı
lehinde propagandayı serbest bırakırken, eleştirilmesini yasakladılar. “Oy
kullanmama” yani boykot seçeneğine karşı da oy kullanmayanların beş yıl süre
ile seçme ve seçilme haklarından yoksun bırakılmalarına dair bir madde kanuna
eklendi. Sonuç: Katılım oranı yüzde 90’ın üzerinde, yeni Anayasa’ya onay yüzde
91.
Bugün neredeyiz?
Monday Talk konuğum Haluk Özdalga bir sosyal demokrat. Yıllarca
Demokratik Sol Parti (DSP) ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde(CHP) üst düzeylerde çalıştı; burada hep sosyal demokrat programların uygulanması için çaba gösterdi ancak bunun “nafile”
bir çaba olduğunu anlayınca bu yoldan ayrıldı ve 2007’de AKP’ye katıldı.
Özdalga’nın CHP ile ilgili eleştirilerini 2010’daki bir
söyleşimizde de dile getirmişti.
AKP ile bağlarını kopardıktan sonra 2014’ün başında da bir söyleşi yapmıştık.
Bugün şunları söylüyor:
“AKP, 2002’de iktidara geldikten sonra başarılı bir
performans sergiledi. O döneme yükseliş dönemi diyorum. Benim Türkiye’de sosyal
demokratlar için önerdiğim pek çok politikayı uygulamaya başladı – sonuca
götürdü demiyorum. Bunun üzerine Tayyip beyin davetiyle AKP’ye katıldım. 2007-2011
arasında, AKP duraklama dönemine girdi. 2011’den sonra da tamamen yanlış işler
yapmaya başladı ve çöküşe girdi. Tayyip Erdoğan 2011 sonrasına ustalık dönemi
dedi ve AKP’nin dönemsel gelişimini çıraklık, kalfalık ve ustalık olarak lanse
etti. Ankara’nın Polatlı ilçesi, benim seçim bölgemde, bu sloganı bir küçük
esnaf söylemişti ve ben bunu genel merkeze getirdim, Tayyip Erdoğan’ın çok
hoşuna gidince kullandı. Asıl sahibi o küçük esnaf. Şimdi görüyoruz ki,
yükseliş, duraklama ve çöküş dönemi var. AKP bir çöküş döneminde ve bundan
artık dönüş yok. AKP bitiyor. 7 Haziran bu sürecin bir aşaması olacak. AKP gibi
yüzde 50 oy almış bir partinin hemen çökmesi beklenemez. Ancak Türkiye’yi
yönetemiyor ve ülke bir krizin içinde. Ülke bu krizden çıkar ama bedeller
ödeyecek.”
Ağır bedeller
Özdalga’ya bu ağır bedellerin neler olabileceğini sordum:
“Daha dibe vurmadık, işler kötüleşecek. Türkiye düşüş
yaşıyor. Ekonomi kötüye gidiyor. Büyüme durdu, işsizlik artıyor, ihracat
düşüyor, borçlar artıyor; hep beraber daha çok fakirleşeceğiz. Hiç suçsuz
insanlar hapse atılıyor; hakimler kararları nedeniyle hapse atılıyor. Medya
üzerindeki baskılar daha da yoğunlaşacak. Kürt meselesi konusunda kriz daha da
artacak. Kürtlerin ezici bir çoğunluğu Avrupa Birliği üyesi yolundaki bir Türkiye’den
ayrılmak istemezler ama bunun tersi de geçerli. Demokrasinin olmadığı ve tek
adamla baskı rejiminin sürdüğü bir ülkede ‘ben kendi dilediğim rejim içinde
yaşarım’ diyenlerin sayısı da artacak.”
Özdalga ile son konuştuklarımız özetle şöyle (İngilizcesi de burada):
*** Kamuoyu araştırmalarında halkın seçim güvenliğine
inanmadığı sonucu çıkıyor.
Türkiye’de hukuk güvenliği kalmadı. Hukuk güvenliğinin
kalmadığı yerde seçim güvenliği de olmaz. Oy sayımları doğru yapılmayacak. Bu
ne kadar bir oy kaymasına neden olacak bunu ancak tahminle anlamaya
çalışacağız.
*** Seçimden beklentileriniz?
Üç seçmenden 2’sinin oyunu 2 büyük parti alacak. Birincisi
AKP ve Türkiye’yi yönetme kapasitesini kaybetti. İkinci parti, ana muhalefet
partisi, onların da Türkiye’yi yönetmesi mümkün değil. Türkiye’yi yönetebilecek
bir siyasi teşkilatlanma yok. Seçim sonucu ne olursa olsun kriz devam edecek.
HDP’nin barajı geçmesi kritik
*** HDP’nin barajı geçmesi kritik değil mi?
HDP’nin barajı geçmesi kritik. Ancak daha geniş bir
perspektiften baktığımızda, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz HDP barajı aşsa
da aşmasa da değişmeyecek. HDP’nin barajı aşması ve Kürtlerin parlamentoda
temsil edilmesi siyasi adalet ilkesinin bir gereği. Eğer parlamentoya
girmezlerse, Türkiye’de siyasi istikrarsızlık riskleri daha da artacak çünkü
Doğu ve Güneydoğu’da ve ülkenin her tarafında Kürtler arasında tatminsizlik
daha da artacak. Ayrıca HDP barajı geçmezse, başka partiler kazanmadıkları
milletvekillerini haksız olarak Ankara’ya gönderecekler ve bu da başka bir
adaletsizlik olacak. Bütün bunlar insanların adalet duygusunda bir tahrike yol
açacak.
HDP barajı geçse de geçmese de AKP 330 milletvekilini elde
edip anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edemez. Bunu kamuoyu araştırmaları
gösteriyor. Tayyip Erdoğan’ın anayasayı değiştirerek başkanlık sistemini
getirmesi mümkün değil.
*** MHP bu konuda AKP’ye destek verir mi?
Hayır, vermez, bu konuda tavrı çok net.
*** Tayyip Erdoğan neden başkanlık sistemini istiyor?
Türkiye’nin başkanlık sistemine ihtiyacı yok, bu Tayyip
Erdoğan’ın kişisel ihtiyacından kaynaklanıyor.
*** Bu ihtiyaç nereden kaynaklanıyor?
Erdoğan hem cumhurbaşkanı, hem başbakan hem de parti genel başkanı
olmak istiyor. Her şeyi kendi avcu içine almak istiyor. Bunun da karşılığı
kendi yaratacağı Türk tipi başkanlık sistemi.
'Erdoğan hedefine ulaşamayacak'
*** Hükümetin yolsuzluk dosyaları epey kabarık. Erdoğan
başkanlık sistemini olası soruşturmalara karşı kalkan olsun diye istiyor olabilir
mi?
17-25 Aralık olduğu zaman söylemiştim, ağır suçların üzerini
örtebilmek ve onların hesabını vermekten kaçabilmek için Erdoğan baskı rejimi
kuracak demiştim. Hepimiz ağır bedeller ödeyeceğiz ama Erdoğan hedefine
ulaşamayacak çünkü Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar
Tayyip Erdoğan gibi bir tek adam tarafından teslim alınmasını mümkün kılmıyor.
Erdoğan’ın da sorumlu olduğu bu yolsuzluk ve rüşvetleri
örtmenin yolu kendisinin iktidarda kalmasından geçiyor. Ayrıca kendisi mutlak
iktidarı tutmak istiyor. Erdoğan AKP’yi kurarken yola çıktığı arkadaşlarıyla
yolları ayırdı – bir Abdullah Gül vardı, bir Bülent Arınç vardı, bir Abdüllatif
Şener – hepsi birer birer elimine edildiler. AKP’nin kurulduğu yıllarda en
önemli özelliklerinden biri parti lideri olan Erdoğan’ın eşitler arasında
birinci olmasıydı ancak zaman içinde Erdoğan, izlediği bilinçli planlarla bunu
değiştirdi ve AKP’yi geleneksel siyasi parti rolüne dönüştürdü. Erdoğan AKP’de
tek adam haline geldi.
*** Türkiye’nin en hayati sorunu olarak Kürt meselesini
görüyorsunuz…
Türkiye’de en hayati mesele Kürt sorunu. Bu konuda herhangi
bir programa sahip olmayan bir partinin sosyal demokrat olması mümkün değil.
CHP’nin Kürt sorunuyla ilgili bir programı yok. AKP de Kürt meselesinde de
sorun çözme kapasitesine sahip olmadığını gösterdi. 2002’de iktidara geldiğinde
Kürt sorununu çözmek için bazı adımlar attı ama durdu sonra. Cesur ve
demokratik adımlar atılması gerekir. AKP reformlar yapmak yerine Abdullah
Öcalan’la pazarlık yaparak Kürt sorununu çözebileceği hayaline kapıldı.
'AKP, Kürtleri karşısına aldı'
*** HDP bir Türkiye partisi olduğunu söylüyor. Oldu mu
sizce?
Önce kendi kararlarını kendisi alabilen bir parti olması
gerek. HDP o noktada değil, PKK’ya bağlı. İdeolojik olarak da PKK Marksist,
Stalinci ve totaliter köklerden gelen bir parti ve bunu tamamen atabilmiş
değil. Öngörülebilir bir gelecekte sosyal demokrat bir parti olabileceğini göremiyorum.
7 Haziran’da Kürtlerden aldığı oyları ciddi oranda arttıracak ve AKP’ye oy
veren Kürtler arasında HDP’ye oy verenler artacak çünkü AKP başka hatalarının
yanında Kürtleri küstüren pek çok hata da yaptı. Suriye kriziyle alakalı olarak
AKP Kuzey Suriye’deki Kürtleri karşısına aldı; Kobane’de IŞİD’i destekledi.
Tayyip Erdoğan Kobane zaferini kutlayan Kürtlerle çiftetelli oynuyorlar diye
alay etti; bir yandan da halayın bile farkında olmadığını, Kürtlerin duygusal
dünyasına ne kadar uzak olduğunu gösterdi. Bir de HDP, HDP’li olmayan, çoğu
büyük şehirlerde yaşayan liberal aydın ve demokratlardan alacak. Bunun da temel
nedeni Türkiye’nin iki büyük partisi de Türkiye’yi yönetme kabiliyetine sahip
değil.
*** Kürt olmayan pek çok demokrat da HDP’ye oy vereceğini
açıklıyor. Orada bir sosyal demokrat kıvılcım olabilir mi?
Hayır, HDP yakın gelecekte sosyal demokrat bir parti olamaz.
Evet, farklı bir siyasi söylem var ve ben de onun için HDP’ye oy vereceğim. Uzun
yıllardır kendimi sosyal demokrat olarak görüyorum. Bir güçlü sosyal demokrat,
orta-sol parti olmadan Türkiye siyasi krizden çıkamaz. Uzun yıllar kendine
sosyal demokrat diyen ama öyle olmayan CHP ve DSP’de çalıştım ama onlardan
umudumu kestim – Kürt meselesine aşırı ulusalcı şekilde yaklaşıyor; askerlerin siyasete
müdahalesini destekliyor hatta kışkırtıyordu; din ve İslam konusunda türban
yasağını destekliyordu oysa türban yasağı kalksın diye uğraşmalıydı. AKP ise
2002-2007 arasında bunların bir kısmını uyguladı ve başarıyı da ondan kazandı.
'Batı ve Ortadoğu ile ilişkilerimiz dibe vurdu'
*** HDP ile PKK‘yı aynı gören bir seçmen kitlesi var. Doğru
mu bu bakış?
HDP, PKK’nın siyasi bir teşkilatlanması. HDP kendi kendini
yöneten bir parti değil. PKK deyince de şöyle bir tartışma var; patronu kim?
Öcalan mı Kandil mi? O da ayrı bir tartışma.
*** Sayısı dikkate alınabilecek kadar önemli bir seçmen
kitlesi, Kürtler Türkiye’den ayrılmak istiyor ya da
isteyecek diyor. Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehdit altında mı?
Türkiye zor bir coğrafyada yer alıyor. Tarihsel olarak
Türkler için ilişkilerde önem taşıyan bölgelerden biri Batı – eskiden bu Avrupa
idi şimdi Batı kavramının içine Amerika da girdi – diğeri de Ortadoğu’dur. Batı
ve Ortadoğu ile ilişkiler Türkiye için hep belirleyici olmuştur. Şu anda içinde
bulunduğumuz kriz döneminde, Türkiye’nin hem Batı ile hem de Ortadoğu ile
ilişkileri Cumhuriyet döneminde, son 100 yıldır eşi görülmemiş ve dibe vurmuş
vaziyette. Bu da içinde olduğumuz krizi daha vahim hale getiren bir tablo
oluşturuyor. Batı ve Ortadoğu ile ilişkilerimizin dibe vurmasının nedeni de AKP
ve Erdoğan rejiminin Türkiye’yi yönetme kabiliyetini kaybetmiş olması ve üst
üste hatalar yapmasıdır.
*** Buna somut bir örnek verir misiniz?
Türkiye 20. Yüzyılın son on yıllarında hala toprak
bütünlüğünü istikrara kavuşturabilmiş bir ülke değil. Türkiye, Kürt sorunuyla
ilgili olarak hala bölgesel bir parçalanma riskiyle karşı karşıya. Bu sorunu
çözmenin stratejik açıdan en güvenceli yolu Türkiye’nin AB’ye uyum sağlaması. Gözlem
yapan herkes görüyor ki, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin AB’ye üye olan bir
Türkiye’den ayrılmaları kesinlikle söz konusu olmaz. Bunu araştırmalar da çok
açık bir şekilde ortaya koyuyor. En çok Kürtler AB’ne üye olmak istiyor. AKP ve
Erdoğan rejimi bunu görebilseydi, temel hedeflerinden biri olarak AB üyeliğini
koyardı. Oysa Erdoğan, AB beni ilgilendirmiyor diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder