26 Mayıs 2015 Salı

HDP ya mecliste olmazsa kaygısı Diyarbakır’da bariz



Bu sefer mülakatım Diyarbakır’dan… Ya da Amed’den. 9000 yıllık geçmişi olan yaklaşık 1,7 milyonluk bir kentten bahsediyorum. Bizans ve Roma kaynaklarında kentin adı "Amid, O'mid, Emit, Amide" olarak anılıyor. Düşünsenize, kentin 65 kilometre kuzeybatısında Ergani ilçesi yakınlarındaki Çayönü Tepesi kazılarında, dünyanın en eski köyü bulunmuş… 

Maalesef kent derin acılarla ilgili tarihi gerçekliği olan binalara da ev sahibi; örneğin, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonrası yaşanan işkencelerle ünlü olan Diyarbakır Cezaevi ya da Diyarbakır Askeri Cezaevi…

Kent ve çevresindeki kadim güzellikleri layıkıyla görüp anlamak için Diyarbakır’a tekrar tekrar gidilmeli. Diyarbakır’a (ondan önce de Şanlıurfa ve Mardin’e), Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu’nun 7 Haziran 2015 genel seçimlerine yönelik olarak nabız tutma turu için geçen hafta gittim, seçilme şansı olan milletvekili adaylarıyla görüşme fırsatı buldum.

Haftalık mülakatımı da Diyarbakır’da, daha önce 2010 yılının Nisan ayında İstanbul’da konuştuğum, şimdi Diyarbakır Barosu Başkanı olan Avukat Tahir Elçi ile yaptım. Türkiye’de gittikçe artan hukuksuzlukları ve bunlarla nasıl mücadele edilebileceğini konuştuk. Elbette konu dönüp dolaşıp 7 Haziran seçimlerine geldi. Elçi, halkın seçim sonrası belirsizlik ve bilinmezliklerden ötürü (özellikle de HDP’nin meclise girip giremeyeceğiyle ilgili olarak) tedirginlik içinde bulunduğunu, bunun da baş müsebbibinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile AK Parti hükümetinin olduğunu belirtti.




Tahir Elçi ile görüşmemiz öncesinde HDP’nin Adana ve Mersin binalarında patlamalar olmuştu. Dolayısıyla seçim güvenliği konusu yine gündemdeydi. Bu konuda Elçi şöyle dedi:

“Adli ve idari makamlara çağrıda bulunduk. Seçim güvenliğini sağlama sorumluluğu hükümete düşer. Saldırılar hiç kimse yarar sağlamaz çünkü zaten dezavantajlı olan bir partiye bu kadar saldırı yapılırsa seçim günü de adil olmaz ve kazanımlar tartışmalı olur. Bu yüzden bütün partiler net bir şekilde tutum almalı.”

Elçi ayrıca Türkiye’nin batısında ve Karadeniz’de, MHP kökenli seçmenlerin HDP’ye saldırılarının biraz da beklenen bir durum olduğunu çünkü siyasetin sağında milliyetçi ve saldırgan bir tabana sahip olan MHP ile Kürt siyasetine dayanan ve 30 yıllık bir savaşın sonunda demokrasiye adapte olmaya çalışan bir partinin seçmenlerinin karşı karşıya gelmesi çok aykırı bir durum değil dedi.

“Ancak son zamanlarda İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde bir camiden  -- cami olması önemli değil burada, bir evden, dükkândan ya da cemevinden çıkmış da olabilir -- çıkanların ateşli silah kullanarak insanları yaralaması ve ardından gelen Adana ve Mersin patlamaları olağan değil. Adana ve Mersin baro başkanları ile birlikte patlayıcıları yerinde gördük. Sıradan bir eylem değil; binlerce kişinin zarar görmesinin planlandığı çok açık. Hedeflendiği gibi patlamış olsaydı, binlerce ceset çıkacaktı. Toplumsal kırılganlığı Adana ve Mersin gibi yüksek yerlerde böyle bir olay, Türkiye’yi çok farklı bir yere götürürdü.”



Başbakan Ahmet Davutoğlu, DHKP-C’yi işaret etse de olayın henüz failleri ortaya çıkarılmadı. Elçi, hızla sorumlulların açığa çıkarılması gerektiğini söyledi:

“Olay açığa kavuşmalı ki, toplum rahat bir nefes alsın. Henüz hızlı ve olması gerektiği gibi soruşturma yok. Toplumu manipüle etmek isteyen derin, karanlık güçler olabilir arkasında. Bizim talebimiz aydınlatılması. Halkın iradesi tam ve özgürce sandığa yansımalı.”

Elçi’ye sorduğum bir soru da toplumdaki endişenin nedenleriydi. Bölgede bu çok açık, HDP meclise giremezse ne olacak kaygısı var. Sokakta konuştuğum hemen herkes HDP’ye oy veren genç nüfusu “tutamayız” diyor. Elçi’nin bu konudaki görüşleri şöyle:

“Cumhurbaşkanının açılış törenleri adı altında seçim mitingleri yapması, toplumu rahatsız ediyor. Kendisi de bunun alışılmış bir durum olmadığını söyledi. Cumhurbaşkanının bu davranışının anayasaya aykırı olduğu da apaçık ortada. Bir de Cumhurbaşkanı sert üslubu ile toplumda tansiyonu yükseltip kutuplaşmayı derinleştiriyor. Son bir ay içinde çıkışlarından biri, biz Kürt sorunu hakkında her şeyi yaptık, daha ne istiyorsunuz demesi. Kürt toplumunu ayrımcı ve aşağılayıcı bir üslup bu. Ne demek ne istiyorsunuz? İnsanlar kültürel kimliğini, dilini istiyor, bunların kamusal bir hizmet olarak uygulamaya geçirilmesini istiyor. Sonra da çözüm sürecini İzleme Kurulu yararsız bir şeydir, İmralı’yı daha çok meşrulaştırır diyerek aslında hükümetin yürüttüğü politikayı sekteye uğratan, darbeleyen bir tutum takınıyor. Cumhurbaşkanının bu açıklamaları seçim sürecinde toplumu geriyor ve rahatsız ediyor, ayrıca çözüm süreci denen çalışmayı da zayıflatıyor.



“Herkesin düşündüğü şu: Seçimler umuttur, değişim işaretidir, seçimden sonra yenilenen meclis daha iyi gelişmelere gebedir. Ancak partisi ne olursa olsun herkesin kaygısı da şu: Seçimden sonra başkanlık sistemi denen ve tam olarak ne olduğu anlaşılmayan bir sürece girilecek, herkes bundan rahatsızlık duyuyor. Ayrıca çözüm sürecinde sağlanan çatışmasızlık ortamı sürecek mi diye bir tedirginlik var. Demokratik yenilenme için umut yerine endişeli bir ruh hali hakim.

“HDP ilk defa parti olarak seçime giriyor ve barajı aşmak önemli hedefi. Kürt sorununun çözümü için HDP’nin barajı aşmasının paralel olarak görüldüğü bir atmosferde, HDP az bir puanla barajın altında kalırsa, bu hoş karşılanmaz. Bölgede 50-60 sandalyenin, HDP ile bölgede rakip olan Ak Parti’ye gitmesi durumunda kitleler duygusal kırılma yaşayabilir, infial olabilir. Bu yabana atılacak bir ihtimal değil. Bir hukukçu olarak dileğim haksız ve adaletsiz yüzde 10 baraj kuralına rağmen halkın sonucu sakin karşılaması ve demokratik olmayan tepki içine girmemesi. Selahattin Demirtaş’ın ve zaman zaman hükümet yetkililerinin de da ifade ettiği gibi çözüm sürecinin selameti ve geleceği seçimlerden daha önemlidir. Bu bağlamda büyük bir felaket beklemiyorum Kürt toplumunun tepkileri açısından. Tabi süreç nereye gidecek diye kaygılarımız var.

“AK Parti tabanının da tatmin olduğunu sanmıyorum özellikle başkanlık sistemi konusunda. Eğer demokratik ve objektif bir siyasi partiler yasası olmaz, milletvekili seçimlerini parti lideri ya da başkan belirler, iç demokratik denetimden yoksun partilerden oluşan bir parlamento olur, bağımsız yargı olmaz, basın özgürlüğü olmaz, sivil toplum örgütleri baskı altında olur, yerel yönetimler etkili bir denge unsuru olmaktan yoksun olur, dolayısıyla başkanın gücüne karşı bir dengenin olmadığı bir sistem gelirse, bu ülkeyi demokrasiye değil, bir kaosa ve ancak üçüncü dünya ülkelerinde örnekleri görülen otoriter hatta totaliter bir yönetime doğru götürür; bu da herkesi kaygılandırıyor. Toplum uzun süre konuşup tartışmadan bir başkanlık sistemine geçilmemesi gerekir diye düşünüyorum.”

Tahir Elçi’nin özellikle Güneydoğu’da toplumun beklentilerine ve kaygılarına dair anlattıklarından çıkanı tekrar edeyim: Halk seçim sonrası demokratik yenilenme olacak diye umut taşımak yerine ne olacağı tam olarak anlatılmayan bir başkanlık sistemi acaba neler getirecek, çözüm süreci ilerleyecek mi diye kaygılar içinde.

2010'dan sonra değişenler...

Bahsettiğim gibi Tahir Elçi ile ilk mülakatımızı 2010yılının Nisan ayında İstanbul’da yapmıştık. O zaman çok umutluydu, çünkü faili meçhul cinayetlere ilişkin yürütülen soruşturmanın derinleştirilerek ilerleyeceğine inanıyordu ve 1990’lı yıllarda Güneydoğu’da avukatlık yaptığı dönem için şöyle diyordu:

“1992 ve 1993’de Cizre’de ve Şırnak’ta babası, eşi, çocuğu ya da başka bir akrabası kayıp ve büyük ihtimalle de yargısız infaz kurbanı kişilerle her gün karşılaşıyordum.”
Çoğumuzun İstanbul’da gördüğü de Galatasaray Lisesi önünde yüzlerce oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri oluyordu. Onlar muhtemelen yargısız infaz kurbanı olan kayıp çocuklarını arıyor ancak kemiklerine bile ulaşamıyor, mezarlarında yas tutamıyorlardı.

Peki, kimin işiydi bu yargısız infazlar?

Kısaca JİTEM ya da Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele – Jandarma Genel Komutanlığı’nın inisiyatifiyle terörle mücadele faaliyeti yürüttüğü için kurulduğu söylenen, varlığı uzun süre doğrulanmamış olan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma sayesinde, 2011’de varlığı kabul edilen, 1987’de kurulduğu ortaya çıkan “kurum.”

Bu bilgiler, emekli Albay Arif Doğan’ın açıklamaları sonucu ortaya çıkmış, Doğan JİTEM’i kendisinin kurup kendisinin dondurduğunu söylemişti.

Bu konuda bir diğer önemli isim de eski JİTEM elemanı olarak ifade veren ve bölgedeki cinayetlerin yüzde 80’inin JİTEM tarafından işlendiğini iddia eden Abdülkadir Aygan. Cinayet sayısı bazı kaynaklara göre binlerce, bazılarına göreyse 17,500. Sayı ne olursa yapılanlar korkunç; faillerin ortaya çıkarılmaması, adaletin yerine gelmemesi de acıları kat kat arttıran başka bir felaket.

Tahir Elçi “faili meçhul cinayet” olarak söz edilen yargısız infaz ve zorla kaybettirme olaylarının faillerinin ortaya çıkarılması konusunda artık umutsuz. Bu konuda ümit veren bir gelişme, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Albay Cemal Temizöz (Dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı) ve diğerleri davasıydı. Sanıklar, Şırnak’ta 1993-95 yılları arasında 20 kişinin gözaltında kaybedilmesi ile ilgili olarak; suç işlemek amacıyla örgüt oluşturma ve bu örgüte üye olma, adam öldürmeye azmettirme ve adam öldürme suçlarından yargılanıyorlardı. Hakkında 5 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen, ayrıca Balyoz davasında da 18 yıl hapis cezası kesinleşen Temizöz geçtiğimiz yıl 5 yıllık tutukluluk süresi dolduğu gerekçesiyle tahliye edildi.

Yargısız infazlar ve zorla kaybetme olaylarına ilişkin zamanaşımının sonuna gelindiği için adli makamların elini çabuk tutması gerekiyordu. Bu yapılmadı. 1990’lı yıllarda ve öncesinde devlet ajanları tarafından işlenen işkence, faili meçhul, köy boşaltma, zorla kaybetme suçlarının birçoğu hakkında, zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildi veya verilmeye devam ediliyor. 

Benzer davaların akıbetini izlemek için son derece faydalı bir blog var: http://failibelli.org/

Türkiye’nin faili meçhulleriyle yüzleşmesi sağlanamazsa, toplumsal barış gerçekleşmeyecek, sadece umut olarak kalmaya devam edecek. Bunu insan hakları ve demokrasi alanında öncü çalışmalar yapan pek çok kurum ve kişi söyledi.

Ne yazık ki, Türkiye’de Kürt sorununu sadece PKK ile çatışmaya indirgeyen ve PKK’nın ortaya çıkma nedenlerini görmezden gelen bir görüş hala mevcut. Bu konuda görüşleri kemikleşmiş olanlara artık diyecek bir söz yok ancak bir parça merakı ve ilgisi bulunan olağan vatandaşa insanlık görevi adına işine yarayacak birkaç anahtar kelime öneriyorum: Diyarbakır Cezaevi, Güçlükonak Katliamı, Şemdinli olayı, Musa Anter cinayeti… 

Sadece başlangıç için...

1 yorum:

  1. Güzel bir yazı. Umarım HDP barajı aşar yoksa çok sopa yer buranın insanları ondan sonra da ABD yi Batıyı suçlar durur..

    YanıtlaSil