21 Eylül 2015 Pazartesi

‘En büyük riskimiz seçimin olmamasıdır’


Bu sözler HDP’nin kurucularından, İstanbul 3. Bölge milletvekili Garo Paylan’a ait. Paylan, Cizre’nin devlet güçleri ablukası altında olduğu günlerde, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın başını çektiği heyetle Cizre’ye gitti. Heyettekilerin önü Cizre’ye 90 kilometre kala güvenlik güçleri tarafından “güvenlik” gerekçesiyle kesildiği için yürümek zorunda kaldılar. Yolculuk bir yandan Paylan’ın kişisel ve duygusal yolculuğuydu çünkü yüzyıl önce atalarının sürüldüğü topraklara yürüyordu.

“Bu duygusal boyut benim için çok önemliydi. Yolda bunu hep hissettim ve bunu Cizre halkıyla da paylaştım. Yüzyıl önce Cizre halkının önemli bölümü Ermeniler’den oluşuyordu.  Yüzyıl önce atalarım oradan çıkamadan katledilmişlerdi. Yüzyıl önce devlet görevlileri aynı şeklide Cizre’yi abluka altına almışlardı ve o zamanki Cizre halkı buna yol verdi ancak şimdi Cizre halkı, “Yüzyıl önce Ermeni’yi dövdürmeyecektik” diyor, yani “Yüzyıl önce yol verdiğimiz zihniyet bugün bize zulmediyor ve bizim irademizi kırmaya çalışıyor” diyen Paylan, şunları da söyledi.

“Seçime kadar her an diken üstünde olacağız. En büyük riskimiz seçimin olmamasıdır. Seçimin olmaması demek, şu anda zaten fiili bir darbe yapmış olan sarayın demokratik zemini ayağımızın altından iyice kaydırması demek olabilir. Şunu demek istiyorum, Mısır dinamiğini burada yaşayabiliriz."


*** 2012 yılındaki söyleşimizde ülkede hala reformlardan konuşabiliyorduk ve bir anayasa değişikliği hala gündemdeydi. Söyleşimizin başlığı da “Anayasada bir üst kimlik olmamalı” (“Constitution should have no superior identity”) idi. O günlerden bu güne değişenleri konuşabilir miyiz önce?

2012’de HDP henüz kurulma aşamasındaydı; eşitliği sözde değil gerçek anlamda nasıl ortaya koyarız diye düşüncelerimizi paylaşıyorduk. Kürde, Alevi’ye veya diğerlerine hep nasıl davranmaları gerektiği üst, hâkim kimlik tarafından söyleniyordu. Gerçek anlamda hayallerimizi ortaya koymaya çalışıyorduk biz de. Hayallerimiz hala aynı. Çatışmalar büyük gerginlikler yaratsa da toplumun bir şeyleri görmesini sağlıyor; örneğin, Gezi Batılı seçmenin devletin gadrinin nasıl bir şey olduğunu görmesini sağladı. Yıllarca Kürtlerin yaşadıklarına terör olarak bakan, Kürtlerin taleplerinin bastıran zihniyetin nasıl bir şey olduğu Gezi sayesinde bir parça görüldü ve büyük oranda empati kurulmasını sağladı. Büyük gerilim ve çatışmalar sonucu en büyük kazanımımız bu empatidir diye düşünüyorum.

*** Bu empati sayesinde Cizre’de olanların daha iyi anlaşıldığını düşünüyor musunuz?

Anlaşıldığını düşünmek istiyorum. Toplumun farklı kesimleri, orada olanların sadece terörden ibaret olmadığını anlıyor. Yine eski reflekslerle de düşünenler çok tabi ama bu artık eskisi kadar tutmuyor galiba. Eskiden belli kesimler ezildi (Kürt, Alevi vb.) belli kesimler de devletin nimetlerini tattı diye düşünürdük ancak şimdi acı çekmeyen kesim kalmadı. Artık haberler sadece devlet kanalından gelmiyor; farklı kanallardan gelen değişik bilgiler insanların konuları daha çok sorgulamasına yol açıyor ve yaftalar tutmuyor. Cizre, İdil ve Yüksekova’da olanları kendi gözlerimle görmemiş olsam yok canım devlet bu kadarını yapmış olamaz diyebilirdim ki bu devlet İsrail zulmü konusunda Birleşmiş Milletler’i arayıp yapılanları şikâyet edebiliyor ve İsrail’in yaptıklarının katmerlisini burada yapabiliyor. Neden tek taraflı bakıyoruz? Silahlı kişilerin bölgede olması hareket eden her şeye, kadın ve çocuklara, hatta güvercinlere keskin nişancılarla ateş edip vurmanın gerekçesi olabilir mi? Mahalleler havan topuyla vuruluyor. Niçin bu uygulamaları gören Türkiye’nin Batı’sı – seküleri, mütedeyyini – ayağa kalkmıyor?

Foto: Kürşat Bayhan
*** Neden sizce?

Kürtler bölmek istiyor ya da Kürtlerin bir kısmı, PKK, ülkeyi bölmek istiyor korkusu var. Kürtlerin özyönetim talepleri bölünme paranoyası ile anlatılıyor ve oradaki Kürtlerin özgürlük ve eşitlik taleplerinin altı çizilemiyor, belki de iyi anlatılamıyor, burada iğneyi kendimize de batırabiliriz.

‘Halkın talebi Türkiye’den ayrılmak ve bağımsızlık değil’

*** Özyönetim talebi nedir peki? Mesela Cizre’de özyönetim ilan edilince ne oluyor?

Cizre’de olanlara bakalım: İçişleri Bakanı’nın bile yapılanlardan haberi yok. Yönetim Tayyip Erdoğan ve şürekâsı elinde ve halkın taleplerini bilmiyorlar. Halk bu kişilere oy vermedi ve bu kişiler oraya zülüm uyguluyor. Halkın talebi kendi gerçekliğinde, dilinde yönetilebilmek. Özyönetim, yerel yönetimin güçlendirilmesi demek, Türkiye’den ayrılmak ve bağımsızlık değil.

*** Peki, Cizre’de ne oldu? Hendek kazarak mı özyönetim ilanı oldu?

Elbette ki hendek kazarak özyönetim ilan edilmez ve bunu da devlet kabul etmez, bunu hepimiz biliyoruz ve devlet zaten çok büyük bir şiddet uyguladı, çok büyük acılar çekilmesine sebebiyet verdi. Cizre’de talep görünür oldu ama altını doldurmak gerekiyor, bu da ancak siyasetle yapılabilir, güvenlikçi politikalarla değil. Mesela diyelim ki halk Ankara’dan gelen talimatlar doğrultusunda bir vali tarafından ezildi; vali halk tarafından gelen bir telefona çıkmayan bir vali ve askeri, tankı, topu oraya yığmış bir vali. Halk bu vali tarafından yönetilmek istemiyor. Halk diyor ki Kürtçe bilen memurlar da olsun. Neden olmasın? Talepler bu tür talepler. Hepimiz eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa altında olabiliriz ancak yerel yönetimler daha güçlü olabilir. Özyönetim dediğimiz şey budur; Avrupa Birliği yerel yönetimlerin güçlendirilmesi şartında olan da budur.

*** HDP’li vekillerin Cizre’ye girişine neden izin verilmedi sizce?

Cizre’ye 90 kilometre kala yolumuz durduruldu. Biz oradayken, 40 milletvekili ve iki bakan oradayken bu ablukayı koruyamayacaklardı ve bu yüzden girmemize izin verilmedi. Devlet güçleri Cizrelilere “Özyönetim mi istiyorsunuz? Alın size özyönetim, işte böyle ezeriz sizi” dedi.

*** Selahattin Demirtaş hep barış çağrısı yapıyor, yol barış ve sivil siyaset yolu, görev seçilmişlerin diyor. Bu çağrılar doğu ve güneydoğu halkı nezdinde nasıl karşılanıyor? PKK ise silahlı mücadele diyor. Halk hangisini dinliyor?

Devlet şiddetine rağmen halkın tamamı barış diyor – silahlı olanı da olmayanı da – herkes. Türk’e karşı hiç nefret ve kızgınlık yok; devlete ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kızgınlık var, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan onlar için artık yüzyıllık devlet geleneğini temsil ediyor. Erdoğan 15-20 yıl önce zulme uğramış bir sosyolojinin temsilcisi olarak çıkmıştı ama artık onlar için bir umut vaat etmiyor – özellikle de son yıllardaki politikalarıyla. PKK, evet mücadele öneriyor çünkü karşısında talepleri yok sayan bir devlet anlayışı var. Öcalan’la yapılan mutabakat sonrası barışa bir adım yaklaşmışken masayı deviriyor ve sonra da sivil, demokratik talepleri yok sayarım ve halkın direnişini de tankla, topla kırarım diyor.

‘Erdoğan bize sempatiyle bakanları mesafelendirme çabasında’

*** Peki, Erdoğan bunu göre göre insanları savaşa çekiyorsa ve bu 7 Haziran seçimi sonrası HDP’nin yükselişine karşı bir oyunsa, PKK neden bu oyuna geliyor? Demirtaş, PKK ve Erdoğan arasında sıkışmış değil mi?

Sıkışmışlığımız yok. HDP’nin iradesi çok net, barıştan başka politikamız yok. Silahla çözüm yolunu kim isterse istesin biz hep barış diyeceğiz. Demirtaş dedi ki son 15 günde devlet Cizre’de inanılmaz PKK propagandası yapmıştır, ben savcı olsam bunu yapanlara PKK’ya yardım ve yataklıktan savcılıkta soruşturma açılmasını sağlardım. Baskı ile sorunların çözüleceğini düşünüyorsanız, silahlı kanada güç vermiş oluyorsunuz; müzakere ile çözeriz diye düşünüyorsanız, sivil-demokratik kanada güç vermiş oluyorsunuz. Biz de bunu söylüyoruz; silahla hiçbir şey çözemezsiniz. O yüzden acılar yaşanmadan bir an önce masaya dönmeyi öneriyoruz. Cizre’de inanılmaz bir umutla karşılandık. Halk sadece demokratik taleplerin hayata geçmesini istiyor ve HDP sadece doğuda değil batıda da bir umut olarak görülmeye başlandı; devlet buna da tahammül edemiyor çünkü birisi demokratik taleplerini ortaya koyuyor ve bu hem doğuda hem batıda teveccüh buluyor. Erdoğan bu teveccühü kriminalize etmeye çalışıyor; bize karşı CHP ve AKP tabanından sempatiyle bakanları mesafelendirme çabasında.

*** Biliyorsunuz toplumda önemli bir kesim HDP’nin PKK’dan emir aldığını düşünüyor...

Ben HDP’nin kurucu üyesiyim ve 4 yıldır Merkez Yürütme Kurulu üyesiyim; PKK’nın vesayetini hissetmedim. Böyle bir şey yok. Benzer sosyolojik tabanlara bakıyoruz ama HDP eşittir PKK diye bir şey yok. HDP’nin tek derdi PKK ile devlet arasındaki savaşı durdurmaktır. Bu savaş durmadan da sivil alanı yükseltemeyeceğimizi biliyoruz. HDP eşittir PKK olmadığını son dönemdeki tartışmalardan da görebiliriz; birbirimizi eleştirebilen yapılarız. Birbirimizi duyuyor ve bakıyoruz ki meseleyi çözebilelim. Her tarafı dinliyoruz ki barışa ulaşabilelim. Tek amacımız barışı tesis etmek. Kim buna karşı hareket ediyorsa biz onun karşısındayız. Önerilerimiz açık. Barış anlaşması imzalanmalı ve eller tetikten çekilmeli. Savaşan taraflar barış anlaşması imzalarlar ama bunu hayata geçirecek, güvence altına alacak olan demokratik siyasettir. Biz de bunu yapmaya hazırız.

‘Kim barış diyorsa toplum onun arkasında olsun’

*** Pek çok bölgede olağanüstü koşullar geçerli, sokağa çıkma yasakları var. Bu şartlarda seçim yapılabilecek mi?

Güvenliği arttırarak özgürlüğü sağlamak mümkün değil. Özgürlükler artarsa güvenlik de artar. Mücadele ettiğim arkadaşlarım, mesela başörtüsü konusunda, devletin zulmünden dolayı öfkeleniyorlardı. Bu öfke şiddete bile dönüşebiliyordu. Tepkiler rasyonel ya da irrasyonel olabiliyor. Seçimlerin olmasının şartı da bir an önce bu baskının durması, bir an önce bu çatışmanın sona ermesi. PKK tahkim edilmiş bir ateşkese hazırız diyerek yeni bir açıklama yaptı. Seçimlerin olabilmesi için hemen ateşkes olması lazım. Seçime kadar her an diken üstünde olacağız. En büyük riskimiz seçimin olmamasıdır. Seçimin olmaması demek, şu anda zaten fiili bir darbe yapmış olan sarayın demokratik zemini ayağımızın altından iyice kaydırması demek olabilir. Şunu demek istiyorum, Mısır dinamiğini burada yaşayabiliriz. Mütedeyyin kesim kendini iktidar zannediyor ama değil, şu an Erdoğan saraydaki ekibiyle yönetiyor. Bir anda asker, ordu, özel harekâtçılar devreye girmişken seçim de yapamazsak başka dinamikler ve Mısır’da olanlar burada olabilir. Beş aydır meclis devre dışı; meclis yeniden devrede olmalı. İşler hep sarayın talimatlarıyla yürüyor. En çok üzerine titrememiz gereken şey seçimin yapılmasıdır; bu AKP’lilere de, MHP’lilere de, CHP’lilere, bizim partimizden olanlara da çağrımdır. 1 Kasım’da umalım ki seçimler olsun; kim savaş diyorsa toplum onun arkasından çekilsin, kim barış diyorsa toplum onun arkasında olsun. Yoksa burası çok büyük acılara gebedir.

*** Seçim sonuçlarının güvenli olacağına inanıyor musunuz?

Güvenli ve huzurlu bir seçim ortamı olmazsa seçim sonuçları şaibe altında kalır. Pek çok manipülasyon yapılabilir. Geçen seçimler öncesi Diyarbakır mitinginde yapılan bombalama küçük bir olay değildi. O seçimin yapılamaması için olan bir eylemdi. Ama halkın duruşu ile bu provokasyon engellendi. Bu seçimde öfke birikimi daha fazla ve bunu kullanmak isteyenler olabilir. Hep beraber dikkatli olmamız gerekiyor.

‘Cizre halkına Ermeni demek artık hakaret değil’

*** Cizre’ye yürüyüşünüz, sizin şahsi yolculuğunuz gibi göründü bana bir yandan. Yüzyıl önce atalarınızın sürüldüğü topraklara doğru gidiyordunuz. Nasıldı?

Bu duygusal boyut benim için çok önemliydi. Yolda bunu hep hissettim ve bunu Cizre halkıyla da paylaştım. Yüzyıl önce Cizre halkının önemli bölümü Ermenilerden oluşuyordu.  Yüzyıl önce atalarım oradan çıkamadan katledilmişlerdi. Yüzyıl önce devlet görevlileri aynı şeklide Cizre’yi abluka altına almışlardı ve o zamanki Cizre halkı buna yol verdi ancak şimdi Cizre halkı, “Yüzyıl önce Ermeni’yi dövdürmeyecektik” diyor, yani “Yüzyıl önce yol verdiğimiz zihniyet bugün bize zulmediyor ve bizim irademizi kırmaya çalışıyor” diyor. Biz şunu söylüyoruz, silahlı direniş yapıldı, hendekler kazıldı ancak silahla varılacak bir yer yok. 10 yıl daha savaşsak varacağımız yer yine siyaset masası yoksa burası bir felaket yaşayacak.

*** Cizre’de sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde çekilen videolar korkunç eylem ve söylemlerle dolu. Bunlardan bir tanesi devlet güçlerince yapılan anonslarda halka edilen “Siz Ermeni’siniz” ve “Ermeniler sizinle gurur duyuyor” gibi sözler var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu anonslar yapıldıktan sonra hem Cizre hem de Kürt halkından pek çok mesaj aldım; kendini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayanlar bile bunu nefretle kınadılar. Devlet güçlerinin bilmediği şu, sen Cizre halkına Ermeni diyerek küfrettiğini sanırsın. O halk yüzyıl önce birlikte yaşadığı Ermeni halkının başına gelen felaketi biliyor, yüzleşmiş, özrünü dilemiş ve o gün yol verdiği suçun bugün kendi başına geldiğinin farkında. O yüzden Cizre halkına Ermeni demek artık hakaret değil; hakaretti, bu bir hakaret olarak sunulmuştu, 20 yıl öncesine kadar işliyordu ama artık işlemiyor. Artık biz vücudumuzun neresi ağrıyorsa oralıyız. Bugün Cizre ağrıyor, Cizreli bir Kürdüz diyebiliyoruz. Ermeni’nin canı yanarsa Hrant’ta olduğu gibi hepimiz Ermeni’yiz deriz. Bu tür pisliklerle devlet kendi kendini batırıyor; yaftalar tutmuyor.

‘Mitinglerde bindirilmiş kıtalar var’

*** TOBB ve TÜSİAD öncülüğünde ayrı, bir de Pazar günü “terör karşıtı” mitingler oluyor. Bu mitingleri nasıl görüyorsunuz?


Bu mitingler sarayın dayatmasıyla yapılıyor. Toplumun pek çok kesiminde, TOBB dâhil, sarayın politikalarına karşı ciddi sorgulamalar olduğunu ancak ses çıkarılmadığını görüyoruz. Sarayın herhangi bir eleştiriye tahammülü yok. Mitinglerde bindirilmiş kıtalar var. Ne yazık ki sivil toplum da sarayın hegemonyası altına giriyor. Sanırım 2006 ya da 2007’de cumhuriyet mitingleri yapıldı. Onlar da bindirilmiş kıtaların AKP’ye karşı mitingleriydi. Bugün bayrak tehdit altında mı? Kim bayrağa karşı? Bayrağın bana karşı kullanılması, belli bir kesime karşı kullanılmasıdır yanlış olan. Barış mitingi olsun bayrakları el ele tutalım. Barış, savaşan taraflar arasında yapılır. Barış bir tarafı sütten çıkmış ak kaşık olarak göstererek ve diğer tarafı lanetleyerek olmaz. Barış, iki tarafı da masaya oturtmakla ve artık silah kullanmayacağız, sorunları masada çözeceğiz demekle olur. 7-8 Eylül’de genel merkezlerimizi yakanların ellerinde bayraklar vardı. Ne işe yaradı öfke ve nefreti körüklemekten başka? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder