Bu sözler HDP’nin kurucularından, İstanbul 3. Bölge milletvekili
Garo Paylan’a ait. Paylan, Cizre’nin devlet güçleri ablukası altında olduğu
günlerde, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın başını çektiği heyetle Cizre’ye
gitti. Heyettekilerin önü Cizre’ye 90 kilometre kala güvenlik güçleri
tarafından “güvenlik” gerekçesiyle kesildiği için yürümek zorunda kaldılar. Yolculuk
bir yandan Paylan’ın kişisel ve duygusal yolculuğuydu çünkü yüzyıl önce
atalarının sürüldüğü topraklara yürüyordu.
“Bu duygusal boyut benim için çok önemliydi. Yolda bunu hep
hissettim ve bunu Cizre halkıyla da paylaştım. Yüzyıl önce Cizre halkının
önemli bölümü Ermeniler’den oluşuyordu.
Yüzyıl önce atalarım oradan çıkamadan katledilmişlerdi. Yüzyıl önce
devlet görevlileri aynı şeklide Cizre’yi abluka altına almışlardı ve o zamanki
Cizre halkı buna yol verdi ancak şimdi Cizre halkı, “Yüzyıl önce Ermeni’yi
dövdürmeyecektik” diyor, yani “Yüzyıl önce yol verdiğimiz zihniyet bugün bize
zulmediyor ve bizim irademizi kırmaya çalışıyor” diyen Paylan, şunları
da söyledi.
“Seçime kadar her an diken üstünde olacağız. En büyük
riskimiz seçimin olmamasıdır. Seçimin olmaması demek, şu anda zaten fiili bir
darbe yapmış olan sarayın demokratik zemini ayağımızın altından iyice
kaydırması demek olabilir. Şunu demek istiyorum, Mısır dinamiğini burada
yaşayabiliriz."
Söyleşimizin İngilizcesi gazetede, özeti de burada:
*** 2012 yılındaki söyleşimizde ülkede hala reformlardan
konuşabiliyorduk ve bir anayasa değişikliği hala gündemdeydi. Söyleşimizin
başlığı da “Anayasada bir üst kimlik olmamalı” (“Constitution should have no
superior identity”) idi. O günlerden bu güne değişenleri konuşabilir miyiz
önce?
2012’de HDP henüz kurulma aşamasındaydı; eşitliği sözde
değil gerçek anlamda nasıl ortaya koyarız diye düşüncelerimizi paylaşıyorduk.
Kürde, Alevi’ye veya diğerlerine hep nasıl davranmaları gerektiği üst, hâkim
kimlik tarafından söyleniyordu. Gerçek anlamda hayallerimizi ortaya koymaya
çalışıyorduk biz de. Hayallerimiz hala aynı. Çatışmalar büyük gerginlikler
yaratsa da toplumun bir şeyleri görmesini sağlıyor; örneğin, Gezi Batılı
seçmenin devletin gadrinin nasıl bir şey olduğunu görmesini sağladı. Yıllarca
Kürtlerin yaşadıklarına terör olarak bakan, Kürtlerin taleplerinin bastıran
zihniyetin nasıl bir şey olduğu Gezi sayesinde bir parça görüldü ve büyük
oranda empati kurulmasını sağladı. Büyük gerilim ve çatışmalar sonucu en büyük
kazanımımız bu empatidir diye düşünüyorum.
*** Bu empati sayesinde Cizre’de olanların daha iyi
anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Anlaşıldığını düşünmek istiyorum. Toplumun farklı kesimleri,
orada olanların sadece terörden ibaret olmadığını anlıyor. Yine eski
reflekslerle de düşünenler çok tabi ama bu artık eskisi kadar tutmuyor galiba. Eskiden
belli kesimler ezildi (Kürt, Alevi vb.) belli kesimler de devletin nimetlerini
tattı diye düşünürdük ancak şimdi acı çekmeyen kesim kalmadı. Artık haberler
sadece devlet kanalından gelmiyor; farklı kanallardan gelen değişik bilgiler
insanların konuları daha çok sorgulamasına yol açıyor ve yaftalar tutmuyor.
Cizre, İdil ve Yüksekova’da olanları kendi gözlerimle görmemiş olsam yok canım
devlet bu kadarını yapmış olamaz diyebilirdim ki bu devlet İsrail zulmü
konusunda Birleşmiş Milletler’i arayıp yapılanları şikâyet edebiliyor ve İsrail’in
yaptıklarının katmerlisini burada yapabiliyor. Neden tek taraflı bakıyoruz?
Silahlı kişilerin bölgede olması hareket eden her şeye, kadın ve çocuklara,
hatta güvercinlere keskin nişancılarla ateş edip vurmanın gerekçesi olabilir
mi? Mahalleler havan topuyla vuruluyor. Niçin bu uygulamaları gören Türkiye’nin
Batı’sı – seküleri, mütedeyyini – ayağa kalkmıyor?
Kürtler bölmek istiyor ya da Kürtlerin bir kısmı, PKK, ülkeyi
bölmek istiyor korkusu var. Kürtlerin özyönetim talepleri bölünme paranoyası
ile anlatılıyor ve oradaki Kürtlerin özgürlük ve eşitlik taleplerinin altı
çizilemiyor, belki de iyi anlatılamıyor, burada iğneyi kendimize de
batırabiliriz.
‘Halkın talebi Türkiye’den ayrılmak ve bağımsızlık değil’
*** Özyönetim talebi nedir peki? Mesela Cizre’de özyönetim
ilan edilince ne oluyor?
Cizre’de olanlara bakalım: İçişleri Bakanı’nın bile
yapılanlardan haberi yok. Yönetim Tayyip Erdoğan ve şürekâsı elinde ve halkın taleplerini bilmiyorlar. Halk bu kişilere oy vermedi ve
bu kişiler oraya zülüm uyguluyor. Halkın talebi kendi gerçekliğinde, dilinde
yönetilebilmek. Özyönetim, yerel yönetimin güçlendirilmesi demek, Türkiye’den
ayrılmak ve bağımsızlık değil.
*** Peki, Cizre’de ne oldu? Hendek kazarak mı özyönetim
ilanı oldu?
Elbette ki hendek kazarak özyönetim ilan edilmez ve bunu da
devlet kabul etmez, bunu hepimiz biliyoruz ve devlet zaten çok büyük bir şiddet
uyguladı, çok büyük acılar çekilmesine sebebiyet verdi. Cizre’de talep görünür
oldu ama altını doldurmak gerekiyor, bu da ancak siyasetle yapılabilir,
güvenlikçi politikalarla değil. Mesela diyelim ki halk Ankara’dan gelen talimatlar
doğrultusunda bir vali tarafından ezildi; vali halk tarafından gelen bir
telefona çıkmayan bir vali ve askeri, tankı, topu oraya yığmış bir vali. Halk
bu vali tarafından yönetilmek istemiyor. Halk diyor ki Kürtçe bilen memurlar da
olsun. Neden olmasın? Talepler bu tür talepler. Hepimiz eşitlikçi ve özgürlükçü
bir anayasa altında olabiliriz ancak yerel yönetimler daha güçlü olabilir.
Özyönetim dediğimiz şey budur; Avrupa Birliği yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi şartında olan da budur.
*** HDP’li vekillerin Cizre’ye girişine neden izin verilmedi
sizce?
Cizre’ye 90 kilometre kala yolumuz durduruldu. Biz
oradayken, 40 milletvekili ve iki bakan oradayken bu ablukayı
koruyamayacaklardı ve bu yüzden girmemize izin verilmedi. Devlet güçleri Cizrelilere
“Özyönetim mi istiyorsunuz? Alın size özyönetim, işte böyle ezeriz sizi” dedi.
*** Selahattin Demirtaş hep barış çağrısı yapıyor, yol barış
ve sivil siyaset yolu, görev seçilmişlerin diyor. Bu çağrılar doğu ve güneydoğu
halkı nezdinde nasıl karşılanıyor? PKK ise silahlı mücadele diyor. Halk
hangisini dinliyor?
Devlet şiddetine rağmen halkın tamamı barış diyor – silahlı olanı
da olmayanı da – herkes. Türk’e karşı hiç nefret ve kızgınlık yok; devlete ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kızgınlık var, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan onlar
için artık yüzyıllık devlet geleneğini temsil ediyor. Erdoğan 15-20 yıl önce zulme
uğramış bir sosyolojinin temsilcisi olarak çıkmıştı ama artık onlar için bir
umut vaat etmiyor – özellikle de son yıllardaki politikalarıyla. PKK, evet
mücadele öneriyor çünkü karşısında talepleri yok sayan bir devlet anlayışı var.
Öcalan’la yapılan mutabakat sonrası barışa bir adım yaklaşmışken masayı
deviriyor ve sonra da sivil, demokratik talepleri yok sayarım ve halkın
direnişini de tankla, topla kırarım diyor.
‘Erdoğan bize sempatiyle bakanları mesafelendirme çabasında’
*** Peki, Erdoğan bunu göre göre insanları savaşa çekiyorsa
ve bu 7 Haziran seçimi sonrası HDP’nin yükselişine karşı bir oyunsa, PKK neden
bu oyuna geliyor? Demirtaş, PKK ve Erdoğan arasında sıkışmış değil mi?
Sıkışmışlığımız yok. HDP’nin iradesi çok net, barıştan başka
politikamız yok. Silahla çözüm yolunu kim isterse istesin biz hep barış diyeceğiz.
Demirtaş dedi ki son 15 günde devlet Cizre’de inanılmaz PKK propagandası
yapmıştır, ben savcı olsam bunu yapanlara PKK’ya yardım ve yataklıktan savcılıkta
soruşturma açılmasını sağlardım. Baskı ile sorunların çözüleceğini
düşünüyorsanız, silahlı kanada güç vermiş oluyorsunuz; müzakere ile çözeriz
diye düşünüyorsanız, sivil-demokratik kanada güç vermiş oluyorsunuz. Biz de
bunu söylüyoruz; silahla hiçbir şey çözemezsiniz. O yüzden acılar yaşanmadan
bir an önce masaya dönmeyi öneriyoruz. Cizre’de inanılmaz bir umutla
karşılandık. Halk sadece demokratik taleplerin hayata geçmesini istiyor ve HDP
sadece doğuda değil batıda da bir umut olarak görülmeye başlandı; devlet buna
da tahammül edemiyor çünkü birisi demokratik taleplerini ortaya koyuyor ve bu
hem doğuda hem batıda teveccüh buluyor. Erdoğan bu teveccühü kriminalize etmeye
çalışıyor; bize karşı CHP ve AKP tabanından sempatiyle bakanları mesafelendirme
çabasında.
*** Biliyorsunuz toplumda önemli bir kesim HDP’nin PKK’dan
emir aldığını düşünüyor...
Ben HDP’nin kurucu üyesiyim ve 4 yıldır Merkez Yürütme
Kurulu üyesiyim; PKK’nın vesayetini hissetmedim. Böyle bir şey yok. Benzer
sosyolojik tabanlara bakıyoruz ama HDP eşittir PKK diye bir şey yok. HDP’nin
tek derdi PKK ile devlet arasındaki savaşı durdurmaktır. Bu savaş durmadan da
sivil alanı yükseltemeyeceğimizi biliyoruz. HDP eşittir PKK olmadığını son
dönemdeki tartışmalardan da görebiliriz; birbirimizi eleştirebilen yapılarız. Birbirimizi
duyuyor ve bakıyoruz ki meseleyi çözebilelim. Her tarafı dinliyoruz ki barışa
ulaşabilelim. Tek amacımız barışı tesis etmek. Kim buna karşı hareket ediyorsa
biz onun karşısındayız. Önerilerimiz açık. Barış anlaşması imzalanmalı ve eller
tetikten çekilmeli. Savaşan taraflar barış anlaşması imzalarlar ama bunu hayata
geçirecek, güvence altına alacak olan demokratik siyasettir. Biz de bunu
yapmaya hazırız.
‘Kim barış diyorsa toplum onun arkasında olsun’
*** Pek çok bölgede olağanüstü koşullar geçerli, sokağa
çıkma yasakları var. Bu şartlarda seçim yapılabilecek mi?
Güvenliği arttırarak özgürlüğü sağlamak mümkün değil. Özgürlükler
artarsa güvenlik de artar. Mücadele ettiğim arkadaşlarım, mesela başörtüsü
konusunda, devletin zulmünden dolayı öfkeleniyorlardı. Bu öfke şiddete bile
dönüşebiliyordu. Tepkiler rasyonel ya da irrasyonel olabiliyor. Seçimlerin
olmasının şartı da bir an önce bu baskının durması, bir an önce bu çatışmanın
sona ermesi. PKK tahkim edilmiş bir ateşkese hazırız diyerek yeni bir açıklama
yaptı. Seçimlerin olabilmesi için hemen ateşkes olması lazım. Seçime kadar her
an diken üstünde olacağız. En büyük riskimiz seçimin olmamasıdır. Seçimin
olmaması demek, şu anda zaten fiili bir darbe yapmış olan sarayın demokratik
zemini ayağımızın altından iyice kaydırması demek olabilir. Şunu demek
istiyorum, Mısır dinamiğini burada yaşayabiliriz. Mütedeyyin kesim kendini
iktidar zannediyor ama değil, şu an Erdoğan saraydaki ekibiyle yönetiyor. Bir
anda asker, ordu, özel harekâtçılar devreye girmişken seçim de yapamazsak başka
dinamikler ve Mısır’da olanlar burada olabilir. Beş aydır meclis devre dışı;
meclis yeniden devrede olmalı. İşler hep sarayın talimatlarıyla yürüyor. En çok
üzerine titrememiz gereken şey seçimin yapılmasıdır; bu AKP’lilere de, MHP’lilere
de, CHP’lilere, bizim partimizden olanlara da çağrımdır. 1 Kasım’da umalım ki
seçimler olsun; kim savaş diyorsa toplum onun arkasından çekilsin, kim barış
diyorsa toplum onun arkasında olsun. Yoksa burası çok büyük acılara gebedir.
*** Seçim sonuçlarının güvenli olacağına inanıyor musunuz?
Güvenli ve huzurlu bir seçim ortamı olmazsa seçim sonuçları
şaibe altında kalır. Pek çok manipülasyon yapılabilir. Geçen seçimler öncesi
Diyarbakır mitinginde yapılan bombalama küçük bir olay değildi. O seçimin
yapılamaması için olan bir eylemdi. Ama halkın duruşu ile bu provokasyon
engellendi. Bu seçimde öfke birikimi daha fazla ve bunu kullanmak isteyenler
olabilir. Hep beraber dikkatli olmamız gerekiyor.
‘Cizre halkına Ermeni demek artık hakaret değil’
*** Cizre’ye yürüyüşünüz, sizin şahsi yolculuğunuz gibi
göründü bana bir yandan. Yüzyıl önce atalarınızın sürüldüğü topraklara doğru
gidiyordunuz. Nasıldı?
Bu duygusal boyut benim için çok önemliydi. Yolda bunu hep
hissettim ve bunu Cizre halkıyla da paylaştım. Yüzyıl önce Cizre halkının
önemli bölümü Ermenilerden oluşuyordu.
Yüzyıl önce atalarım oradan çıkamadan katledilmişlerdi. Yüzyıl önce
devlet görevlileri aynı şeklide Cizre’yi abluka altına almışlardı ve o zamanki
Cizre halkı buna yol verdi ancak şimdi Cizre halkı, “Yüzyıl önce Ermeni’yi
dövdürmeyecektik” diyor, yani “Yüzyıl önce yol verdiğimiz zihniyet bugün bize
zulmediyor ve bizim irademizi kırmaya çalışıyor” diyor. Biz şunu söylüyoruz,
silahlı direniş yapıldı, hendekler kazıldı ancak silahla varılacak bir yer yok.
10 yıl daha savaşsak varacağımız yer yine siyaset masası yoksa burası bir felaket
yaşayacak.
*** Cizre’de sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde çekilen
videolar korkunç eylem ve söylemlerle dolu. Bunlardan bir tanesi devlet güçlerince
yapılan anonslarda halka edilen “Siz Ermeni’siniz” ve “Ermeniler sizinle gurur
duyuyor” gibi sözler var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu anonslar yapıldıktan sonra hem Cizre hem de Kürt
halkından pek çok mesaj aldım; kendini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayanlar
bile bunu nefretle kınadılar. Devlet güçlerinin bilmediği şu, sen Cizre halkına
Ermeni diyerek küfrettiğini sanırsın. O halk yüzyıl önce birlikte yaşadığı
Ermeni halkının başına gelen felaketi biliyor, yüzleşmiş, özrünü dilemiş ve o
gün yol verdiği suçun bugün kendi başına geldiğinin farkında. O yüzden Cizre
halkına Ermeni demek artık hakaret değil; hakaretti, bu bir hakaret olarak
sunulmuştu, 20 yıl öncesine kadar işliyordu ama artık işlemiyor. Artık biz
vücudumuzun neresi ağrıyorsa oralıyız. Bugün Cizre ağrıyor, Cizreli bir Kürdüz
diyebiliyoruz. Ermeni’nin canı yanarsa Hrant’ta olduğu gibi hepimiz Ermeni’yiz
deriz. Bu tür pisliklerle devlet kendi kendini batırıyor; yaftalar tutmuyor.
‘Mitinglerde bindirilmiş kıtalar var’
*** TOBB ve TÜSİAD öncülüğünde ayrı, bir de Pazar günü “terör
karşıtı” mitingler oluyor. Bu mitingleri nasıl görüyorsunuz?
Bu mitingler sarayın dayatmasıyla yapılıyor. Toplumun pek
çok kesiminde, TOBB dâhil, sarayın politikalarına karşı ciddi sorgulamalar
olduğunu ancak ses çıkarılmadığını görüyoruz. Sarayın herhangi bir eleştiriye
tahammülü yok. Mitinglerde bindirilmiş kıtalar var. Ne yazık ki sivil toplum da
sarayın hegemonyası altına giriyor. Sanırım 2006 ya da 2007’de cumhuriyet
mitingleri yapıldı. Onlar da bindirilmiş kıtaların AKP’ye karşı mitingleriydi. Bugün
bayrak tehdit altında mı? Kim bayrağa karşı? Bayrağın bana karşı kullanılması,
belli bir kesime karşı kullanılmasıdır yanlış olan. Barış mitingi olsun
bayrakları el ele tutalım. Barış, savaşan taraflar arasında yapılır. Barış bir
tarafı sütten çıkmış ak kaşık olarak göstererek ve diğer tarafı lanetleyerek
olmaz. Barış, iki tarafı da masaya oturtmakla ve artık silah kullanmayacağız,
sorunları masada çözeceğiz demekle olur. 7-8 Eylül’de genel merkezlerimizi
yakanların ellerinde bayraklar vardı. Ne işe yaradı öfke ve nefreti
körüklemekten başka?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder