12 Ocak 2016 Salı

Üstün Ergüder: Türk tipi başkanlık, kontrol ve denge yok demek


Bu hafta konuğum 1992-2000 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmış olan siyaset bilimi Profesörü Üstün Ergüder.

Eğitim alanında öncü oluşumlardan biri haline gelen Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) de kurucusu olan Ergüder’in yeni görevi Açık toplum Vakfı’nın başkanlığı. Ergüder ayrıca üniversitelerde akademik özgürlük ve özerkliği teşvik edip, bir gözlemevi olarak çalışan Magna Charta Observatory’de başkanlık yapmış olan tek Türkiye vatandaşı.

Rektörlük yıllarında en önemli kavgasının özerklik ve özgürlükler alanında olduğunu kaydeden Ergüder’e, başkanlık sistemini de içeren bir anayasanın, hükümet tarafından tekrar gündeme getirilmesi konusunda, “Türk tipi başkanlık kontrol ve denge yok demek. Kafasında onun olduğuna inanıyorum. Tayyip Erdoğan’ın geldiği yerde bir güç sarhoşluğuna girdiğini düşünüyorum. Ancak suç sadece onda değil, bu herkese olabilir çünkü biz adamları zıvanadan çıkarıyoruz. Ben de rektörlük yaptım. Her şeyi bana soruyorlardı. Bunun ne kadar tehlikeli olacağını biliyordum. Bunu bir rektör olarak ben küçük bir üniversitede hissetmişsem, devamlı seçim kazanan biri de hisseder,” dedi.


Ancak seçim kazanınca konunun “halk beni seçti” demekle bitmediğini de söyleyen Ergüder, şöyle devam etti:

“Bununla bitmiyor olay. Demokrasi başka. Bir de insan hakları denen bir şey var. İnsan haklarının korunması için seni seçmeyenlerin de hakkı hukuku var. Yüzde 50 oy verdiyse ben herkesin başına göçerim demekle olmuyor ama Türkiye’de oluyor çünkü biz demokrasiyi öyle anlıyoruz.”

Sorularıma verdiği yanıtlar özetle şöyle (İngilizcesi burada)

Lidere biat kültürü var

(Tayyip Erdoğan) 1994’deki belediye başkanlığından sonra öyle bir dönemden geçmiş ki kontrol ve dengeler tamamen kalkmış. Bir ara askerden korkuyordu, şimdi öyle bir korku yok. Avrupa Birliği vardı, o yok. Bir toplum düşünün, her zaman lidere biat kültürü var. Böyle bir yerde bu kadar sene başbakanlık yapıyor. Lord Acton’un dediği gibi, güç yozlaştırır, mutlak güç daha çok yozlaştırır. Bence Tayyip Erdoğan o sendromu yaşıyor. 1994 başka 2015 başka. Kitapta anlattığım gibi, 1994’de gördüğüm insan münasip bir lisanla konuşursan seni dinlemeye bir sürü adamdan daha fazla hazır, kavga edersen kavga edebilir bir belediye başkanıydı. Ama en ufak bir şeyden sinirlenip terslenebilen biri de gördüm. Daha sonra ilişkim olmadı.

Kendi değerlerini kamu alanına taşıdı

O zaman 6 rektör olarak yaptığımız ziyarette hiç tasvip etmediğim ‘biz sana karşıyız’ havası vardı. Benim kitabımda böyle bir şey yoktur. Biri belediye başkanı seçilmişse o benim belediye başkanımdır. Onunla iş konuşurum. Aynı siyasi görüşe mensup olmama gerek yok. Kurumum için iş isterim. Onun için diyalog şart. İlk ziyarette o hava olduğu için kendisinden sonra ayrı bir randevu istedim ve gidip dertlerimi anlattım. Kendisine de dinle pek ilişkim olmadığını söyledim. O da bana, ‘ben böyle herkesin her istediğini yapabileceği bir Türkiye istiyorum’ dedi. Ama sonradan ipin ucunu kaçırdı. Vapurdan inen kızların eteğine karıştı, kimilerine ayyaş dedi. Yani kendi değerlerini kamu alanına taşıdı, yapmaması gerekeni yaptı.

O gün (1994) ona inandım. … Şimdi bildiklerimi bilsem daha şüpheci olurdum. Şu da var, kendimi onun yerine koyuyorum, öyle bir dönemden geçsem, etrafımda herkes takla atsa, kupayı şuna verelim mi diye bile bana sorsalar, ben de bir başbakan olarak delirebilirdim. Bu yüzden görev süresine sınırlama getirilmesi ile kontrol ve denge mekanizmaları olması önemli.

Türkiye’nin problemi zaten Ankara’nın çok büyük olması

Bence güzel bir çağrı (HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın Başbakan Davutoğlu’na televizyona çıkıp ‘sen başkanlığı anlat, ben özyönetimi anlatayım’ çağrısı). Türkiye’de yaşayan bir insan olarak bakıyorum. Türkiye’nin problemi zaten Ankara’nın çok büyük olması. Bu yalnız Güney Doğu için değil ki, İstanbul için de lazım özyönetim, yani yerinden yönetim, daha çok yerinden yönetim. Ben üniversite yönettim. Rektör olarak atanıyorsunuz, daha ilk günden sizi kuralları ihlal edecek bir adam olarak görüyorlar, onu yapamazsın bunu edemezsin diye tepeden yönetiyorlar. Muazzam bir merkeziyetçilik var. Benim bütün savaşım Boğaziçi Üniversitesi’ne özerklik sağlamaktı. Benim özerkliğim var, karışmayın işime diyordum. Bırakın yöneteyim, kötü yönetiyorsam ölçün ama baştan beni yönetme.

Üniversitede saçmalama bile teşvik edilmeli

Üniversite bir toplumun beynidir ve özgür düşünceye açık olmalıdır. Üniversitede saçmalama bile teşvik edilmeli. Başka türlü inovasyon olmaz. Bir arkadaşım der ki, bizdeki yüksek öğretim sistemi akıllıyı deli eder, Amerika’daki sistem ise deliyi akıllı yapar. 60’larda siyah hareketinin büyüdüğü yıllarda Amerika’daki kampüslerde gördüm, muazzam bir öğrenci aktivizmi vardı. Bu şiddete doğru gidince üniversite yönetimleri terlerdi çünkü siyasi tartışmaları üstüne çekerdi ama hiçbir Amerikan başkanı şu yapılsın, bu yapılsın demezdi. … YÖK öyle bir kurum ki bütün liderler karşıydı ama hepsi de çok sevdiler ve YÖK’ü tuttular çünkü YÖK kanalı ile üniversiteleri zapturapt altına alıyorlar.

Boğaziçi’nde mış gibi yaptık

Her sessizliği sinmişlik olarak almamak lazım; lüzumsuz mücadelelere girmemek için bir strateji olabilir sessizlik. Rektörlüğüm döneminde en büyük sorun başörtülü kızlardı. Bir kısım öğretim üyeleri derslere almayalım derken, bir kısmı da hayır, insan hakkıdır, alalım diyordu. Ben alalım diyenlerin tarafındaydım ama üniversitede bütün dengeleri gözetmek durumundayım. YÖK de hesap soruyor. Gazetelere çıkıp bu çocukları alıyoruz desek derslere hiç giremeyeceklerdi. Mış gibi yaptık. Disiplin soruşturması açıyorduk, YÖK sorunca soruşturma devam ediyor diyorduk. Arkadaşlara da pek ciddiye almamalarını söyledik. O arada çocuklar mezun oldu gitti. Yani meselelere akılcı yaklaşmak gerek.

ODTÜ hürriyetlerimize sahip çıkar

ODTÜ gerçek anlamında bir üniversite. Böyle hür düşünen ve özerk olmaya çalışan üniversiteler Türkiye’de tepki çeker. Her dönemde çekmiştir. Zaten böyle fazla üniversite yok. Boğaziçi var. ODTÜ’nün Ankara’da olması üniversite özerkliği için dezavantajdır. İstanbul ayrıdır. Ankara’da üniversiteler daha devletle iç içedir. … Teknolojik meseleyi (.tr uzantılı sunucuları ODTÜ’nün yönetmesi ve hükümet tarafından işbirliği yapmıyor diye eleştirilmesi) tam olarak değerlendirebilmiş değilim. Teorik olarak öyle bir hizmetin bir üniversite değil de devlet kuruluşlarında olmasında fayda var. Zamanında ODTÜ’ye verildi çünkü ODTÜ’de öyle kapasite vardı. Şimdi ne yapmalı? Ben yine ODTÜ’de kalması taraftarıyım, doğru olmamasına rağmen. Çünkü ODTÜ teknolojik alanda Türkiye’nin en yetkin kurumudur, bu işi iyi yaparlar. İkincisi, hürriyetlerimize de sahip çıkarlar.

Güneydoğu’da hendeklerde siperlerde olan çocuklara bakın

Bildiride (ERG hükümeti ve tüm kamu kurumlarını çocukları çatışmadan korumak için azami özen göstermeye ve gereken her türlü önlemi almaya davet etmişti) kimseyi suçlamadan devletin eğitim sağlama sorumluluğu olduğunu (Güneydoğu’da çatışma olan bölgelerde) ve soruna çözüm üretme gerekliliğine işaret ettik. Bu nasıl olur? Onu, onlar düşünecek. Bizden de bir öneri isterlerse düşünür üretmeye çalışırız. Sezar’ın hakkı Sezar’a, başbakan dahil Milli Eğitim Bakanı dahil, bu göz ardı edilmeyecektir diye konuştular ama ne yapıyorlar bilmiyorum. … Önemli başka bir sorun da var. Suriyeli çocukların buradan gideceği yok. 5-10 sene sonra 10-15, 15 sene sonra 20 yaşında olacaklar. Eğitmezsen, saygınca yaşama imkanı tanımazsan potansiyel teröristler. Suriyeli gibi mi eğitilecekler, Türkiye vatandaşı olarak mı? Topluma entegre edilmeleri gerekiyor. Bunun konuşulması, sorunların ne olduğunun ortaya koyulması gerekiyor ki çözüm üretilsin. … Bugün Güneydoğu’da hendeklerde, siperlerde olan çocuklara bakın. Bunlar 10 sene evvel kaç yaşındaydı? Ne gördü bu çocuklar? Belki doğru dürüst eğitim göremediler ve etraflarında savaş gördüler. Bu 30-40 senedir devam ediyor. Top tüfekten başka bir şey bilmiyorlar. 

Türkiye’nin koalisyona ihtiyaci vardı

Zaman değişti o yüzden Türkiye’nin koalisyona ihtiyacı vardı. Bir siyaset bilimci olarak 70 ve 80’lerde yazdıklarıma baksaydınız koalisyonlara karşı olduğumu görürdünüz çünkü o günlerde Türkiye’den etkin bir hükümet çıkmıyordu, Kürt sorunun yükselmesi, kentlerde öğrenci şiddeti gibi önemli sorunlar vardı. Güvenilecek bir siyasi liderlik yoktu. Sorunun bir kısmı durmadan koalisyonlar üreten bir seçim sisteminden kaynaklanıyordu. O yüzden eleştiriyordum. Ancak şimdi Türkiye öyle bir aşamaya geldi ki etkin liderlik gösteren tek parti hükümetleri bazı reformlar yaptı. Bu süreç içinde otoriterliğin yükselişini, kontrol ve dengelerin yok oluşunu da gördük. O nedenle 7 Haziran seçimi iyi bir fırsat vermişti. Muhalefet güvenilir bir alternatif olarak koalisyon yapabilirdi. MHP’nin tutumunu çok eleştiriyorum. Seçim akşamı herhangi bir koalisyonun parçası olmayacaklarını ve HDP’yi meşru bir parti olarak tanımadıklarını açıkladılar – bu tam da yapılmaması gereken bir şeydi. İnsanlar güvenilir bir muhalefet arıyordu ama bu ortadan kalktı.

Davutoğlu henüz rüştünü ispat edebilmiş değil

Ahmet Davutoğlu çok iyi bir öğrencimdi. Çok iyi bir öğrenci olması çok iyi bir akademisyen olması, çok iyi bir siyasetçi olmasını gerektirmez. Ahmet Davutoğlu’nun siyasetçi olarak önünde daha çok yol olduğuna inanıyorum çünkü çok güçlü bir liderin korumasında oraya geldi. Daha kendi rüştünü ispat edebilmiş değil ki hakkında karar verebileyim. Ben de olsam ben de rüştümü bu kadar kısa zamanda ispat edemezdim. Ama inanıyorum ki bir demokraside kontrol ve dengelerin ne kadar önemli olduğunu, demokrasinin insan haklarına dayalı olduğunu çok iyi bilir. Bunu Tayyip beyin bildiğini sanmıyorum. Ümidim bilgisi uygulamaya geçsin. Başbakan seçildiği zaman kendisine bir mektup yazdım ve dedim ki, Boğaziçi Üniversitesi’nde yoğrulduğun değerleri hayata geçireceğine eminim.

***

2012 yılında yaptığımız “Seçmeli Kürtçe dersi olumlu bir ilkadım, daha çok liberalleşmeye ihtiyaç var” başlıklı söyleşiden sonra Kürt sorunu hakkında bugün geldiğimiz yeri de sorduğum Ergüder’in görüşleri:


"Çok talihsiz. Sorunu çözmek için 2012’de doğru yönde ilerliyorduk. Bu sorunun otokrat ve askeri yöntemlerle çözülebileceğini sanmıyorum. Sosyal ve kültürel sorunları, dışlama sorunlarını çözecek formüller olmalı. Hükümeti suçlamak çok popüler ancak adil olmak için konunun iki tarafına da bakmalıyız. Samimi bir süreç olmadığını söyleyenler var. Süreci destekledim ancak süreç sırasında PKK belli ki kendini bir sonraki savaşa hazırlıyordu. Hükümet buna çok geç olana dek tahammül ettiği için eleştiriyorum. Ama hükümetin bu tavrı yeni değil. Ergenekon davasına bakın; hükümet Gülen hareketi tarafından kandırıldığını söyledi. Böyle argüman olmaz. Bu zayıflıktır hükümet bu zaafa düşmenin bedelini siyaseten ödemelidir ama ödemedi. Hükümeti eleştirdiğim diğer bir nokta da Kürt hareketinin siyaseten entegrasyonuna iki seçim arasında vurulan darbe."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder