Bu hafta konuğum 1992-2000 yılları arasında Boğaziçi
Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmış olan siyaset bilimi Profesörü Üstün
Ergüder.
Eğitim alanında öncü oluşumlardan biri haline gelen Eğitim
Reformu Girişimi’nin (ERG) de kurucusu olan Ergüder’in yeni görevi Açık toplum
Vakfı’nın başkanlığı. Ergüder ayrıca üniversitelerde akademik özgürlük ve özerkliği
teşvik edip, bir gözlemevi olarak çalışan Magna Charta Observatory’de başkanlık
yapmış olan tek Türkiye vatandaşı.
Rektörlük yıllarında en önemli kavgasının özerklik ve
özgürlükler alanında olduğunu kaydeden Ergüder’e, başkanlık sistemini de içeren bir anayasanın, hükümet tarafından tekrar gündeme getirilmesi konusunda, “Türk tipi başkanlık kontrol ve denge yok demek. Kafasında
onun olduğuna inanıyorum. Tayyip Erdoğan’ın geldiği yerde bir güç sarhoşluğuna
girdiğini düşünüyorum. Ancak suç sadece onda değil, bu herkese olabilir çünkü
biz adamları zıvanadan çıkarıyoruz. Ben de rektörlük yaptım. Her şeyi bana soruyorlardı.
Bunun ne kadar tehlikeli olacağını biliyordum. Bunu bir rektör olarak ben küçük
bir üniversitede hissetmişsem, devamlı seçim kazanan biri de hisseder,” dedi.
Ancak seçim kazanınca konunun “halk beni seçti” demekle
bitmediğini de söyleyen Ergüder, şöyle devam etti:
“Bununla bitmiyor olay. Demokrasi başka. Bir de insan
hakları denen bir şey var. İnsan haklarının korunması için seni seçmeyenlerin
de hakkı hukuku var. Yüzde 50 oy verdiyse ben herkesin başına göçerim demekle
olmuyor ama Türkiye’de oluyor çünkü biz demokrasiyi öyle anlıyoruz.”
Sorularıma verdiği yanıtlar özetle şöyle (İngilizcesi burada)
Lidere biat kültürü
var
(Tayyip Erdoğan) 1994’deki belediye başkanlığından sonra
öyle bir dönemden geçmiş ki kontrol ve dengeler tamamen kalkmış. Bir ara askerden
korkuyordu, şimdi öyle bir korku yok. Avrupa Birliği vardı, o yok. Bir toplum
düşünün, her zaman lidere biat kültürü var. Böyle bir yerde bu kadar sene
başbakanlık yapıyor. Lord Acton’un dediği gibi, güç yozlaştırır, mutlak güç
daha çok yozlaştırır. Bence Tayyip Erdoğan o sendromu yaşıyor. 1994 başka 2015
başka. Kitapta anlattığım gibi, 1994’de gördüğüm insan münasip bir lisanla
konuşursan seni dinlemeye bir sürü adamdan daha fazla hazır, kavga edersen
kavga edebilir bir belediye başkanıydı. Ama en ufak bir şeyden sinirlenip
terslenebilen biri de gördüm. Daha sonra ilişkim olmadı.
Kendi değerlerini kamu alanına taşıdı
O zaman 6 rektör olarak yaptığımız ziyarette hiç tasvip
etmediğim ‘biz sana karşıyız’ havası vardı. Benim kitabımda böyle bir şey
yoktur. Biri belediye başkanı seçilmişse o benim belediye başkanımdır. Onunla
iş konuşurum. Aynı siyasi görüşe mensup olmama gerek yok. Kurumum için iş
isterim. Onun için diyalog şart. İlk ziyarette o hava olduğu için kendisinden
sonra ayrı bir randevu istedim ve gidip dertlerimi anlattım. Kendisine de dinle
pek ilişkim olmadığını söyledim. O da bana, ‘ben böyle herkesin her istediğini
yapabileceği bir Türkiye istiyorum’ dedi. Ama sonradan ipin ucunu kaçırdı.
Vapurdan inen kızların eteğine karıştı, kimilerine ayyaş dedi. Yani kendi
değerlerini kamu alanına taşıdı, yapmaması gerekeni yaptı.
O gün (1994) ona inandım. … Şimdi bildiklerimi bilsem daha
şüpheci olurdum. Şu da var, kendimi onun yerine koyuyorum, öyle bir dönemden
geçsem, etrafımda herkes takla atsa, kupayı şuna verelim mi diye bile bana
sorsalar, ben de bir başbakan olarak delirebilirdim. Bu yüzden görev süresine
sınırlama getirilmesi ile kontrol ve denge mekanizmaları olması önemli.
Türkiye’nin problemi zaten Ankara’nın çok büyük olması
Bence güzel bir çağrı (HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın Başbakan
Davutoğlu’na televizyona çıkıp ‘sen başkanlığı anlat, ben özyönetimi anlatayım’
çağrısı). Türkiye’de yaşayan bir insan olarak bakıyorum. Türkiye’nin problemi
zaten Ankara’nın çok büyük olması. Bu yalnız Güney Doğu için değil ki, İstanbul
için de lazım özyönetim, yani yerinden yönetim, daha çok yerinden yönetim. Ben
üniversite yönettim. Rektör olarak atanıyorsunuz, daha ilk günden sizi
kuralları ihlal edecek bir adam olarak görüyorlar, onu yapamazsın bunu
edemezsin diye tepeden yönetiyorlar. Muazzam bir merkeziyetçilik var. Benim
bütün savaşım Boğaziçi Üniversitesi’ne özerklik sağlamaktı. Benim özerkliğim
var, karışmayın işime diyordum. Bırakın yöneteyim, kötü yönetiyorsam ölçün ama
baştan beni yönetme.
Üniversitede saçmalama bile teşvik edilmeli
Üniversite bir toplumun beynidir ve özgür düşünceye açık
olmalıdır. Üniversitede saçmalama bile teşvik edilmeli. Başka türlü inovasyon
olmaz. Bir arkadaşım der ki, bizdeki yüksek öğretim sistemi akıllıyı deli eder,
Amerika’daki sistem ise deliyi akıllı yapar. 60’larda siyah hareketinin
büyüdüğü yıllarda Amerika’daki kampüslerde gördüm, muazzam bir öğrenci
aktivizmi vardı. Bu şiddete doğru gidince üniversite yönetimleri terlerdi çünkü
siyasi tartışmaları üstüne çekerdi ama hiçbir Amerikan başkanı şu yapılsın, bu
yapılsın demezdi. … YÖK öyle bir kurum ki bütün liderler karşıydı ama hepsi de
çok sevdiler ve YÖK’ü tuttular çünkü YÖK kanalı ile üniversiteleri zapturapt
altına alıyorlar.
Boğaziçi’nde mış gibi yaptık
Her sessizliği sinmişlik olarak almamak lazım; lüzumsuz
mücadelelere girmemek için bir strateji olabilir sessizlik. Rektörlüğüm
döneminde en büyük sorun başörtülü kızlardı. Bir kısım öğretim üyeleri derslere
almayalım derken, bir kısmı da hayır, insan hakkıdır, alalım diyordu. Ben
alalım diyenlerin tarafındaydım ama üniversitede bütün dengeleri gözetmek
durumundayım. YÖK de hesap soruyor. Gazetelere çıkıp bu çocukları alıyoruz
desek derslere hiç giremeyeceklerdi. Mış gibi yaptık. Disiplin soruşturması
açıyorduk, YÖK sorunca soruşturma devam ediyor diyorduk. Arkadaşlara da pek
ciddiye almamalarını söyledik. O arada çocuklar mezun oldu gitti. Yani
meselelere akılcı yaklaşmak gerek.
ODTÜ hürriyetlerimize sahip çıkar
ODTÜ gerçek anlamında bir üniversite. Böyle hür düşünen ve
özerk olmaya çalışan üniversiteler Türkiye’de tepki çeker. Her dönemde
çekmiştir. Zaten böyle fazla üniversite yok. Boğaziçi var. ODTÜ’nün Ankara’da
olması üniversite özerkliği için dezavantajdır. İstanbul ayrıdır. Ankara’da
üniversiteler daha devletle iç içedir. … Teknolojik meseleyi (.tr uzantılı
sunucuları ODTÜ’nün yönetmesi ve hükümet tarafından işbirliği yapmıyor diye
eleştirilmesi) tam olarak değerlendirebilmiş değilim. Teorik olarak öyle bir
hizmetin bir üniversite değil de devlet kuruluşlarında olmasında fayda var.
Zamanında ODTÜ’ye verildi çünkü ODTÜ’de öyle kapasite vardı. Şimdi ne yapmalı?
Ben yine ODTÜ’de kalması taraftarıyım, doğru olmamasına rağmen. Çünkü ODTÜ
teknolojik alanda Türkiye’nin en yetkin kurumudur, bu işi iyi yaparlar.
İkincisi, hürriyetlerimize de sahip çıkarlar.
Güneydoğu’da hendeklerde siperlerde olan çocuklara bakın
Bildiride (ERG hükümeti ve tüm kamu kurumlarını çocukları
çatışmadan korumak için azami özen göstermeye ve gereken her türlü önlemi almaya
davet etmişti) kimseyi suçlamadan devletin eğitim sağlama sorumluluğu olduğunu
(Güneydoğu’da çatışma olan bölgelerde) ve soruna çözüm üretme gerekliliğine
işaret ettik. Bu nasıl olur? Onu, onlar düşünecek. Bizden de bir öneri
isterlerse düşünür üretmeye çalışırız. Sezar’ın hakkı Sezar’a, başbakan dahil
Milli Eğitim Bakanı dahil, bu göz ardı edilmeyecektir diye konuştular ama ne
yapıyorlar bilmiyorum. … Önemli başka bir sorun da var. Suriyeli çocukların buradan
gideceği yok. 5-10 sene sonra 10-15, 15 sene sonra 20 yaşında olacaklar.
Eğitmezsen, saygınca yaşama imkanı tanımazsan potansiyel teröristler. Suriyeli
gibi mi eğitilecekler, Türkiye vatandaşı olarak mı? Topluma entegre edilmeleri
gerekiyor. Bunun konuşulması, sorunların ne olduğunun ortaya koyulması gerekiyor
ki çözüm üretilsin. … Bugün Güneydoğu’da hendeklerde, siperlerde olan çocuklara
bakın. Bunlar 10 sene evvel kaç yaşındaydı? Ne gördü bu çocuklar? Belki doğru
dürüst eğitim göremediler ve etraflarında savaş gördüler. Bu 30-40 senedir devam
ediyor. Top tüfekten başka bir şey bilmiyorlar.
Türkiye’nin
koalisyona ihtiyaci vardı
Zaman değişti o yüzden Türkiye’nin koalisyona ihtiyacı
vardı. Bir siyaset bilimci olarak 70 ve 80’lerde yazdıklarıma baksaydınız
koalisyonlara karşı olduğumu görürdünüz çünkü o günlerde Türkiye’den etkin bir
hükümet çıkmıyordu, Kürt sorunun yükselmesi, kentlerde öğrenci şiddeti gibi
önemli sorunlar vardı. Güvenilecek bir siyasi liderlik yoktu. Sorunun bir kısmı
durmadan koalisyonlar üreten bir seçim sisteminden kaynaklanıyordu. O yüzden
eleştiriyordum. Ancak şimdi Türkiye öyle bir aşamaya geldi ki etkin liderlik
gösteren tek parti hükümetleri bazı reformlar yaptı. Bu süreç içinde
otoriterliğin yükselişini, kontrol ve dengelerin yok oluşunu da gördük. O
nedenle 7 Haziran seçimi iyi bir fırsat vermişti. Muhalefet güvenilir bir
alternatif olarak koalisyon yapabilirdi. MHP’nin tutumunu çok eleştiriyorum.
Seçim akşamı herhangi bir koalisyonun parçası olmayacaklarını ve HDP’yi meşru
bir parti olarak tanımadıklarını açıkladılar – bu tam da yapılmaması gereken
bir şeydi. İnsanlar güvenilir bir muhalefet arıyordu ama bu ortadan kalktı.
Davutoğlu henüz rüştünü ispat edebilmiş değil
Ahmet Davutoğlu çok iyi bir öğrencimdi. Çok iyi bir öğrenci
olması çok iyi bir akademisyen olması, çok iyi bir siyasetçi olmasını
gerektirmez. Ahmet Davutoğlu’nun siyasetçi olarak önünde daha çok yol olduğuna
inanıyorum çünkü çok güçlü bir liderin korumasında oraya geldi. Daha kendi
rüştünü ispat edebilmiş değil ki hakkında karar verebileyim. Ben de olsam ben
de rüştümü bu kadar kısa zamanda ispat edemezdim. Ama inanıyorum ki bir
demokraside kontrol ve dengelerin ne kadar önemli olduğunu, demokrasinin insan
haklarına dayalı olduğunu çok iyi bilir. Bunu Tayyip beyin bildiğini
sanmıyorum. Ümidim bilgisi uygulamaya geçsin. Başbakan seçildiği zaman
kendisine bir mektup yazdım ve dedim ki, Boğaziçi Üniversitesi’nde yoğrulduğun
değerleri hayata geçireceğine eminim.
***
2012 yılında yaptığımız “Seçmeli Kürtçe dersi olumlu bir ilkadım, daha çok liberalleşmeye ihtiyaç var” başlıklı söyleşiden sonra Kürt
sorunu hakkında bugün geldiğimiz yeri de sorduğum Ergüder’in görüşleri:
"Çok talihsiz. Sorunu çözmek için 2012’de doğru yönde ilerliyorduk.
Bu sorunun otokrat ve askeri yöntemlerle çözülebileceğini sanmıyorum. Sosyal ve
kültürel sorunları, dışlama sorunlarını çözecek formüller olmalı. Hükümeti
suçlamak çok popüler ancak adil olmak için konunun iki tarafına da bakmalıyız.
Samimi bir süreç olmadığını söyleyenler var. Süreci destekledim ancak süreç
sırasında PKK belli ki kendini bir sonraki savaşa hazırlıyordu. Hükümet buna çok
geç olana dek tahammül ettiği için eleştiriyorum. Ama hükümetin bu tavrı yeni
değil. Ergenekon davasına bakın; hükümet Gülen hareketi tarafından kandırıldığını
söyledi. Böyle argüman olmaz. Bu zayıflıktır hükümet bu zaafa düşmenin bedelini
siyaseten ödemelidir ama ödemedi. Hükümeti eleştirdiğim diğer bir nokta da Kürt
hareketinin siyaseten entegrasyonuna iki seçim arasında vurulan darbe."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder