6 Nisan 2015 Pazartesi

Medyada paranın izi

Bu haftaki Monday Talk konuğum, hangi medya patronunun hangi kamu ihalelerini alarak işlerini nasıl da büyütüp genişlettiğinin izini süren araştırmacı Doç. Dr. Ceren Sözeri. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde akademisyen olan Sözeri, 2006’dan beri medya sahipliğinde paranın izini sürüyor. Ulaştığı sonuçları 2011 yılında Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) için hazırladığı Türkiye'de Medyanın Ekonomi Politiği: Sektör Analizi raporunda paylaştı. Ayrıca, İktidarın Çarkında Medya: Türkiye'de Medya Bağımsızlığı ve Özgürlüğü Önündeki Siyasi, Yasal ve Ekonomik Engeller raporuyla Türkiye'de Özgür ve Bağımsız Bir Basın İçin Siyasa Önerileri'ni kaleme alan yazarlardan biri. 

Geçtiğimiz haftalarda çalışmasını güncelleyerek hangi medya kuruluşu nasıl el değiştirdi, yeni patronu kim, bu patronun başka hangi yatırımları var ve kamu ihalelerinden hangilerini kapmış konusunu didik didik etti. Bu çalışmasını, “Hükümeti destekleyene bütün kapılar açılıyor” makalesi ve sonundaki ibretlik “patron-medya şirketi-diğer şirketler” tablosuyla beraber Bağımsız Gazetecilik Platformu P24’e yazdı. Ödediği vergilerin nereye gittiğini öğrenmek isteyen herkesin okuması gereken bir makale bu.

31 Mart günü Sözeri ile araştırması hakkında oturup konuştuk. 



O gün önce elektrikler gitti, sonra da İstanbul’un en büyük adliyesinde Berkin Elvan soruşturmasını yürüten Savcı Mehmet Selim Kiraz, silahlı kişiler tarafından rehin alındı.

Savcı Kiraz'ın rehin alınmasına ilişkin haberlere yayın yasağı geldi. Bu yasak Başbakanlık, Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Yasası'nın 7. maddesinde yer alan "milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda Başbakan veya görevlendireceği bakan geçici yayın yasağı getirebilir" ifadesine dayanıyordu.

Sözeri söyleşimizde, 31 Mart 2015 günü hükümetin getirdiği yasağı “sansür” olarak nitelendirdi ve o gün hepimizin haber alma özgürlüğünün kısıtlandığını söyledi.

Söyleşimiz İngilizce gazetede "Sansür yüzünden gazeteciler soru sormaktan korkuyor" başlığıyla 6 Nisan’da çıktı. 

31 Mart’taki yayın yasağının üzerinden daha bir hafta geçmemişken, 6 Nisan günü de yeni yasaklarla karşı karşıya kaldık. Bu defa sosyal medya yasakları. Aralarında Facebook, Twitter ve YouTube’un da olduğu bazı internet siteleri ve sosyal ağlarda bulunan pek çok uzantının kaldırılması kararı İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği’nden geldi. Sebebi Savcı Kiraz’ın rehin alınmasıyla ilgili görüntülerin kimi internet sitelerinde yayımlanmasıydı. 

Perşembenin gelişi çarşambadan belli

Şaşırmamak gerek; hükümet bu görüntülerin yayımlanmasını sert şekilde eleştirmiş ve savcıyı başına silah dayanmış şekilde göstermenin gazetecilik etiğine aykırı olduğunu, savcıyla ilgili görüntü paylaşan tüm internet sitelerine karşı yaptırım kararı alınacağını ifade etmişti. Facebook, savcıyla ilgili içerikleri kaldırınca erişime açıldı. Twitter ve YouTube yasaklı olsa da bu teknoloji çağında çözüm çok; isteyen bu kanallara girmenin yolunu buluyor. Yani anlamsız bir yasağı uygulama derdinde hükümet.

Söyleşimiz sırasında sosyal medyaya yasaklar henüz gelmemişti ancak Sözeri "eli kulağında" demiş, kişilerin internet iletişim hakkının engelleneceğine yönelik sinyaller olduğunu da söylemişti:

“Hükümet, kamu düzenini değil kendini korumak için bazı kuralları kullanıyor. Hükümet yetkilileri bu tür yasakların başka ülkelerde de uygulandığını söylüyorlar ancak bu doğru değil. Charlie Hebdo katliamını takiben Fransa’da yaşanan rehine krizini medya bütün detaylarıyla aktardı. Ancak Türkiye’deki bütün televizyonlar hükümetin yayın yasağına uydu. Bu yasak, sansürdür çünkü basının özgür ve sansür edilmemesi gerektiğini söyleyen Anayasa’nın 28. Maddesi ile çelişiyor. Gazeteciler sansürden dolayı soru soramıyorlar. ...


Medya patronları kamu ihalelerine girememeli 

“Çözüm medya patronları veya hükümetten değil gazeteci ve okurlardan gelebilir. Tabloya bakınca, hükümetle bağlantılı olarak bu kadar çok para kazanan medya patronlarından gazetecilere, hadi iyi gazetecilik yapın demelerini beklememeliyiz.

"Dünyanın her yerinde medya aslında bir kaç grup tarafından yönetiliyor yani tam rekabetin olduğu bir pazar yok. Ancak çapraz mülkiyeti engelleyici kurallar var; belki 3-5 şirket televizyon, 3-5 şirket gazete pazarını paylaşır. Türkiye’de hepsini 3-5 şirket paylaşıyor. İkinci sorun da, başka ülkelerde de medya patronlarının başka alanlarda yatırımları vardır; Fransa’da da, Almanya’da da, başka ülkelerde de.

“Ancak bağımsızlık yayıncılık için uğraşan pek çok gazete ve televizyon da var bu ülkelerde; Le Monde gibi, Guardian gibi. Neden onlar da her gün hükümeti övüp yatırımlarını büyütmeyi düşünmüyorlar acaba? Bu sadece bizim medya patronlarının mı aklına geliyor? Tabi ki öyle değil. Onları engelleyen kamu ihalelerine giriş kuralı. Medya patronlarının kamu ihalelerine girmesi önlenmedikçe, medya hangi ülkede olursa olsun bizdeki haline gelip bağımsızlığını yitirebilir. Ayrıca Türkiye'de çapraz mülkiyeti önleyen kurallar da yok, medya dört büyük şirket tarafından paylaşılıyor. El koyulan medyanın satış işlemleri, rekabeti arttırıcı ve medyada çok sesliliği arttıracak şekilde yapılabilirdi. Ancak devlet eliyle yoğunlaşma arttırılmış oldu. Bir de İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararı bize gösteriyor ki, bu satışlardan devlet zarara uğratılmış oldu.

"TMSF'nin elinde hala Dijitürk var ve hala satılmadı. Ne olacağı hakkında sağlıklı bilgi edinemiyoruz, süreç şeffaf yürütülmüyor. Zaman zaman Katarlı patronlara satıldığını duyuyoruz; almak isteyen gruplar arasında Türk Telekom'un da olduğu söyleniyor. Dijitürk'ün satışı pek çok şeyi değiştirebilir. Dijitürk Türk Telekom'a satılırsa Türkiye'de tek bir yayın tekeli olur, yani hem internet alt yapısı hem de televizyonu elinde bulunduran bir şirket, diğer televizyonların bir süre sonra ortadan kalkmasına yol açacaktır. Çok ciddi bir tehlike bu. İnanılmaz bir tekel yaratır medya pazarında. Buna tek karar verici olanın Tayyip Erdoğan olması korkunç; medya pazarında kimin ne alıp vereceği tek bir kişinin kararına bağlı. ...

Duayen gazeteciler, gazetecilik için rol modeli olmalı

Öncelikli olarak bunu çözecek olanlar gazetecilerdir. Gazeteciler bir araya gelip bu medya düzeni karşısında nasıl gaztecilik yapacakları konusunda ortak bir karara varabilirlerse ve geniş çapta bir sendikal örgütlenme sağlayabilirlerse işten atılmaları ve yayın içeriklerine medya sahiplerinin müdahale etmesi zorlaşır. 

"Sendikalaşmak için de duayen gazetecilerin başı çekmesi gerekiyor çünkü muhabirler çok güçsüz. Köşe yazarlarının maaşları muhabirlerinkinden 20-30 kat fazla. Muhabirlerden cengaverlik beklemek anlamsız. Duayen gazeteciler, köşe yazarları ve genel yayın yönetmenleri, hükümetin karşısında danışman ve akıl verici pozisyonlardan çıkıp, gazetecilik için mücadele vermek zorundalar.

"Tabi ki okur desteği de çok önemli bir faktör. Dışarıda kıyamet koparken penguenleri izlemek istemiyorsa, okurun ya da izleyicinin de elini taşın altına koyması ve bağımsız yayıncılığı desteklemesi gerekiyor."

Sözeri ile 2013’ün son ayında yine bir Monday Talk için bir araya gelmiştik; söyleşi başlığım: “Kendi kendine sansür, hükümet baskısı ve özel çıkarlar medyaya hakim.” Sözeri o zaman da benzer kaygıları dile getirmiş, TRT’nin gerçek bir kamu kanalı olması gerektiğini anlatmış, ayrıca parlamentonun ve hükümetin, TRT dahil, tüm medya kuruluşlarına karşı nötr ve aynı uzaklıkta durmasının öneminden bahsetmişti, sözlerini şöyle bitirmişti:

“…. medyada sansür ve kendi kendi kendine sansür, medyadaki sahiplik yapısından ve üst düzey yetkililerin medya patronlarına ve gazetecilere gözdağı vermesinden kaynaklanıyor.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder