18 Nisan 2015 Cumartesi

Türkiye-İran rekabeti kızışabilir


Bu ayın başında İran ile 5+1 ülkeleri (BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi olan ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya, ve Almanya) arasında nükleer müzakerelerde anlaşmaya varıldı. Bu konuda bir taslağın 30 Haziran'a kadar hazır olması ve nihai anlaşmayla birlikte İran'a yönelik yaptırımların kaldırılması bekleniyor.

Peki bu anlaşma Türkiye için neden önemli? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan neden birden bire İran’a karşı çıkıştı? Yemen konusunda Suudi Arabistan’ın yanında yer alan Ankara şimdi politika mı değiştiriyor? Yemen sorununa çözüm bulmak için Ankara’nın Tahran’la anlaşması mümkün mü? Erdoğan'ın son zamanda Riyad ve Tahran gibi bölgenin iki önemli başkentine gitmesi ne anlama geliyor?

Bütün bu soruları ve daha fazlasını , dış politika yazarı Sami Kohen’le konuştuk. Söyleşimizin İngilizce’si burada. 

Aşağıda da harfi harfine değilse de konuşmamızın tamamına yakını var.



*** Recep Tayyip Erdoğan’ın, İran hakkında o kadar sert konuştuktan sonra Tahran ziyaretini gerçekleştirmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Resmi düzeyde konuşulduğu zaman İran komşumuz, ortak çıkarlarımız var, petrol ve gaz ihtiyacımızın önemli kısmını İran’dan sağlıyoruz deniliyor. Bütün bunlar çok yerinde. Ankara da bunu biliyor ve resmi beyanlarda kullanıyordu ancak birkaç aydan beri İran’a karşı söylem değişti. Birkaç hafta önce cumhurbaşkanının İran’la ilgili yaptığı sert konuşma çok önemli. Hatta başbakan ve bazı yetkililer de İran’ın Ortadoğu’da izlediği politikalar hakkında rahatsızlık belirttiler. Türkiye İran’ın nükleer programından şikayetçi değil ama İran’ı gören her ülkenin nükleer yarışına girmesi endişesi de var tabi ve nükleer bir Ortadoğu da istemediğini de belirtmiştir. Uluslararası camia ise İran’ın nükleer programına karşı Türkiye’den çok daha net bir tavır içinde.

*** Türkiye’nin son dönemde İran’la bozuşmasının asıl nedeni nedir peki?

Türkiye’nin son dönemde İran’la bozuşmasının asıl nedeni, İran’ın Suriye başta olmak üzere ve son olarak Yemen’deki tutumu. Bu öyle rahatsız edici oldu ki cumhurbaşkanı ilk defa Ortadoğu’yu “domine” etmekle suçladı. Ve İran için Yemen, Suriye ve Irak’tan çekilmeli gibi bir ifade kullandı. Bu İran’da tepkiyle karşılandı, İran meclisinde milletvekilleri tepki gösterdiler, hatta önceden planlanan bu resmi ziyaretin yapılmayacağı söylentisi bile çıktı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, bizim muhatabımız milletvekilleri değil İran hükümetidir diyerek ziyaretimizi yapacağız dedi ve yaptı.

*** Ancak Türkiye, İran ziyaretinden önce Yemen’le ilgili olarak farklı bir politika izlemiyor muydu?

Türkiye’nin, İran ziyaretinden önce Yemen konusunda pozisyonu şuydu: Bir Suudi girişimi üzerine kurulan koalisyon Husilere karşı savaş açtı. Husilerin arkasında da İran görüldüğüne göre bu, İran’a karşı cephe almak demektir. İran da bunu böyle algıladı ve Suudi Arabistan’ın derhal bu bombardımanı kesmesini istedi. Erdoğan, Suudi kralı ile Riyad’da daha yeni görüşmüştü. Suudi Arabistan, Yemen konusunda Türkiye’den de destek istedi ve Ankara lojistik ve istihbarat alanında olacağı söylenen bu desteği verdi. Yani Türkiye, Suudi Arabistan’ın yanında yer aldı ve dolaylı olarak İran’a karşı olan bir harekete destek vermiş oldu. Zaten Erdoğan konuşmasıyla İran’a yüklenmiş ve çekil buradan demişti.

*** Erdoğan Tahran’a gittikten sonra ne görüyoruz?

Tahran’da, Türkiye ve İran ortaklığı ile Yemen sorununu çözme konusunda görüştüler. İran’ın başından beri tutumu Yemen sorunun savaşla çözülemeyeceğiydi. Ancak bu tutum Türkiye için tutarsız çünkü Ankara Suudi Arabistan’ın yanında yer almışken bunu değiştiriyor. Türkiye’nin 
Yemen politikasında yeni bir ayar var.

Yemen konusu bahane, Türkiye’nin sorunu İran’la

*** Aaron Stein’in yeni makalesinde belirttiği gibi (“Turkey’s Yemen Dilemma”) Türkiye’nin Yemen açmazı nedir? Aslında bu İran’la ilgili ir kaygı mı?

Bölge sorunları konusunda Türkiye ve İran rekabet halindeki iki ülke ve çıkar çatışması var. Türkiye, İran’ın Suriye ve Irak’ta, ve şimdi de Yemen’de, yani bölgede nüfuz sahibi olmasını istemiyor. Erdoğan’ın kullandığı “domine etme” lafı da bunun bir göstergesi. Tahran Irak’ta Şiileri destekliyor; orada IŞİD’in faaliyetini kesmeye çalışıyor ve bu arada Batı’nın gözüne giriyor; Suriye’de de Rusya ile birlikte Esad’ın destekçisi ve orada İran Hizbullah vasıtasıyla da varlığını pekiştirmiştir.
Ankara ile Tahran arasında görüş ayrılıkları apaçık: Türkiye Suriye’de hala Esad’sız bir çözüm istiyor, buna karşılık İran Esad’a bağlı çıkarları nedeniyle Esad’la birlikte bir çözüm taraftarı. Yani burada ortak bir zemin bulmak mümkün değil. Erdoğan’ın Tahran’dan dönüşte uçakta konuşmalarından da anlaşılıyor ki, Tahran’la görüşmelerde Suriye konusu geçiştirildi; bu konu sağırlar diyaloğu halini aldı.

Ancak Yemen konusunda bir mekanizma kurulup dış işleri bakanlarının bir araya gelip ne yapabiliriz diye konuşması kararlaştırıldı. Bu konuda Suudia Arabistan ve İran’la konuşabilecek olan Türkiye için, Erdoğan iki tarafı da uzlaştırabiliriz, arabuluculuk yaparız gibi bir umut içinde. Ancak Türkiye’nin başarı şansı yüksek değil, zor bir misyon.



Türkiye müttefikse müttefik gibi hareket etmeli

*** İran’ın nükleer sorun konusunda Batı dünyası ile anlaşması Türkiye için ne anlama gelir?

Coğrafya yıllarca bizi yan yana yaşattı ve pek çok ortak yönümüz var. İran’la dostuz ama çok da rakibiz. İran nükleer silaha sahip olsa büyük avantaj sağlayacaktır, o yüzden Türkiye bundan her zaman rahatsız olmuştur. 30 Haziran’da bu anlaşma kesinleşirse İran atom silahına sahip olamayacak. Bu anlaşma ile İran atom silahına sahip olamasa da, bazı avantajlar elde edecek ve bu avantajlar Türkiye için dezavantaj olabilir. İran şimdiye kadar izoleydi ana şimdi dünyaya açılacak – şimdiden Avrupa ve Amerika şirketleri açılsa da girsek diye hazırlıklar içinde. Öte yandan İran’a ambargonun kalkması Türkiye için iyi ve hedeflenen 30 milyar dolarlık ticaret hedefine ulaşmayı kolaylaştırabilir. Siyasi olarak da Türkiye’nin tavırları Batı’nın tahammüllerini zorluyor ve İran’la Batı’nın ilişkileri normalleşirse İran’ı Batı’ya entegre etmeye çalışacaklar. Ve bu durumda Türkiye “the one and only” pozisyonunu kaybedebilir. Bu konuda bir test IŞİD’le mücadele konusundadır; Türkiye’nin bu konuda çok çekinceli olması Batı’da çok şüpheler uyandırdı, halbuki İran kendi çıkarları için Irak’ta IŞİD’le mücadele etti ve Tikrit’i kurtaran güçlere destek verdi – bu da Amerika ile İran’ın işbirliği demek.

*** Türkiye bu rekabette nasıl başarılı olabilir?


Dış politikada daha tutarlı olması gerek. Sert çıkışlardan vaz geçmesi gerekir ve müttefikse müttefik gibi hareket etmeli. Türkiye her şeye rağmen anayasal düzeniyle demokratik ve laik bir ülke. İran dahil hiçbir ülkede bu vasıf yok bölgede. Bu Türkiye için bir değer. Türkiye bunu sürdürebilirse bölgede her zaman avantajlı olur. 

Erdoğan başkan gibi davranmaya devam ederse sorunlar çıkacaktır

*** Erdoğan’ın dış politikada bu kadar etkin olması dünyada nasıl karşılanıyor?

Dünya bunu büyük bir ilgi ve bazen de şaşkınlıkla izliyor. Erdoğan başkan değilken, başkanlık sistemi yokken varmış gibi hareket etmeye başladı. Dış dünyanın bazen kafası karışıyor çünkü Erdoğan bazen durup dururken sert bir çıkış yapıyor ve acaba Türk hükümeti dış politikada değişiklik mi yapıyor yoksa bu Erdoğan’ın taktiksel bir manevrası mı ya da şahsi fikri mi diye durumu anlamaya çalışıyorlar. Diplomatlar da bunu sürekli araştırıyor. Erdoğan İran konusunda o çıkışı yaptığı zaman herkes hayretler içinde kaldı çünkü şimdiye kadar hiç “domine ediyorsun, çık” şeklinde sert bir mesaj olmadı -- hem de Tahran ziyareti arifesinde. Erdoğan kendini başkan olarak görüyor ve iç politika ile ekonomide olduğu gibi belki de dış politika da onun gösterdiği istikameti alıyor diye görülüyor yabancılar tarafından.

*** Seçimden sonra neler olabilir?

Eğer anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olur ve bu değişikliği yaparsa bugün de facto olan şey o zaman meşru olarak devam edecektir. Ancak anayasa değişikliği olmadan Erdoğan başkan gibi davranmaya devam ederse sorunlar çıkacaktır. Bugün muhalefet bile Erdoğan’ın tavrına tahammül ederek kabulleniyor ve dur bakalım seçim var önümüzde diyor. Seçimden sonra başkanlık sistemi olmadığı halde başkanlık sistemi var gibi hareket edilirse, Türkiye’nin demokrasisiyle ilgili çok temel hukuki bir sorun ortaya çıkacaktır.



Türkiye’nin Mısır politikası yanlış

*** Hükümetin Mısır’la normal ilişkiler kurulması için bazı şartlardan bahsediliyor. Bu gerçekçi mi?

Ankara’nın Mısır politikası belli bir çizgide oldu: Mursi ve Müslüman Kardeşler’e büyük bir darbe olmuştur ve ileri gelenlerinin çoğu hapsedilmiş, yargılanmış ve bir kısmı idama bile mahkum edilmiştir; Sisi’nin yaptığı darbe de gayrı meşrudur dolayısıyla biz bu hükümeti tanımıyoruz. Bu ilişkilerin diğer alanlarına da sirayet etmiştir çünkü Türkiye’nin dünyada Asya ve Afrika gibi farklı pazarlara açılması hep Mısır’dan geçiyordu. Ben Ankara’nın “ilkesel olarak darbelere karşı” diye ifade edilen bu Mısır politikasının hep yanlış bir politika olduğunu ifade ettim. Tamam, bunu bir pozisyon olarak savunun ve duyurun ancak bu Mısır gibi Ortadoğu’nun önde gelen bir ülkesi ile bütün bağları koparmak için bir sebep olmamalıdır; reel politik denen bir şey vardır. Hele bu bölgede, “diktatörlerle işimiz yoktur” gibi bir ilkeyle hareket edersek, o zaman Ortadoğu’da ilişkileri kesmemiz gereken pek çok ülke var ancak Ankara’nın bunlarla ilişkileri devam ediyor. Amerika başta olmak üzere bütün Batı dünyası, ayrıca Rusya ve Çin, Mısır’la iyi ilişkiler içinde. Mısır’ın iç işlerine Türkiye’nin taraf olması için bir sebep yok.

Türkiye hem taraf tutuyor hem müdahale ediyor

*** Türkiye’nin dış politikasındaki eğilimleri nasıl tanımlarsınız?
Türkiye uzun zaman non-intervention karışmama politikası izledi. Şimdiyse Türkiye hem taraf tutuyor, hem müdahale ediyor. Suriye’de taraf tutmadan bir politika izleyebilseydi efektif bir arabulucu olup, Suriye dramının bu noktaya gelmesine engel olabilirdi. Ancak Türkiye bir öncülüğe soyundu ve ben Esad’ı devireceğim dedi; Özgür Suriye Ordusu’nu kurdu; çözümün bir parçası değil sorunun bir parçası oldu. Mısır’da da aynı şeyi görüyoruz.

*** Türkiye dış politikası çöküyor mu?

Bu iktidarın ilk on yıl içindeki açılımlar önemli ve cesurdu. Ancak bu açılımların bazıları için kimsenin yapmadığını onlar yaptı şeklinde değerlendirildi ancak bu abartılı bir bakış. Türkiye’nin Afrika ve Latin Amerika’ya açılması, çok yönlü dış politika Bülent Ecevit ve İsmail Cem dönmelerinde oldu. AKP iktidarı bunu canlandırdı ve gayret edildiği için sonuçlar alındı. Davutoğlu’nun da önce danışman sonra dış işleri bakanı olması buna boyut kattı. Proaktif olmak gibi de yeni konseptler geldi. AKP’nin ilk on yılında sonuçlar da görüldü, Türkiye herkesle dost, Ermenistan’la ilişkiler oldu, İsrail ile ilişkiler iyi ve Türkiye 10-12 ülke arasında arabuluculuk yapmaya soyundu: İsrail-Suriye, Afganistan-Pakistan, Irak’ta Maliki zamanında Şiiler-Sünniler, Lübnan’da savaşan taraflar arasında arabuluculuk vs. Sonuç alınır alınmaz başka ama Türkiye o zaman tarafsız davranabiliyordu. Taraflı olunca arabulucu olamazsınız. Bugün dış politikada en önemli unsur taraf tutma. Mezhepsel olarak da Sünni bir blok kurulacaksa Türkiye’nin yeri burada bakışı var. Ayrıca kişiselleştirme ve düşmanlaştırma var, mesela Esad Türkiye düşmanı olarak gösterilip, devrilene kadar mücadele edilecek deniyor. Bu da Türkiye’nin dış politikasında görülmemiş bir olay. Son on yıl ne kadar iyi gittiyse, son bir kaç yılda da Türkiye o kadar izole oldu. Buna değerli yalnızlık dediler ama dış politikada yalnızlık değerli olamaz.

Türkiye’nin bölgede her şeye rağmen bölgede değeri var. Yaptığı hatalara göz yumuluyor. Ancak Türkiye’nin Batı ile izlediği politika “brickmanship” politikası gibi; Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Birliği’ne karşı Putin’e gidip bizi Şanghay’a alın demesi mesela, riskli şeyler bunlar. AB tepki göstermedi, boş verdi adeta… Türkiye’nin jeostratejik durumu yaptığı hatalara rağmen Türk dış politikasını ayakta tutabiliyor, çökmesine mani oluyor.

Düzeltilmesi gereken bir üslup meselesi var

*** Yani hatalarına rağmen Türkiye’nin bölgede ve dünyada belirli bir yeri var diyorsunuz…

Evet, mesela G-20’lerde, mesela bazı uluslararası kurumların içinde yer alıyor, vs. Bunlar dış politikanın çökmemesi için önemli sebepler.

Ancak düzeltilmesi gereken bir üslup meselesi var; “eyy Obama!” diye başlayan konuşmalar var ve mitinglerde dış politika konuşuluyor, halbuki dış politika mitinglerde yapılmaz. Evet, bir dış işleri bakanı değil konuşan ama hiçbir başkan ya da başbakan da böyle konuşmaz. Bu üslup dış politikayı itibarsızlaştırıyor ve kafada karışıklık yaratan da budur; bu adam bağırıp çağırıyor acaba hala bizim dostumuz mu sorularına yol açıyor. Washington’da think-tanklerde tartışılıyor, “Türkiye hala müttefikimiz mi?” gibi şüpheli sorular soruluyor. Erdoğan biraz daha az konuşsa dış politika daha rahat işleyecek.

Türkiye’nin dış politikasında resmi olarak değişiklik yok. Yetkililer önceliğin hala AB olduğunu söylerler. Ancak bu öncelik pratikte bugün yok; arka planda kaldı. Yapılan ziyaretlerin sayısına bakıldığında hükümetin önceliğinin İslam dünyası ve Ortadoğu olduğu görülüyor. Evet, dünyanın en önemli olayları buralarda cereyan etmekte ve tabi ki burayı ihmal etmemeli ancak bu, ittifak ilişkisi içinde olduğumuz AB ülkeleriyle önceliğin korunması şartıyla olmalı.  
Türkiye laik demokratik üzeni sürdürebilirse bölgede avantajlı olur

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder