Suriye’deki savaş kuşkusuz Türkiye için güvenlik tehdidi oluşturmakta,
ancak bu tehdit bazen abartılı olarak kamuoyu önüne sürülmekte ve toplumun
korkuları körüklenmekte. Son zamanlarda, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan olmak üzere, AKP çevreleri Suriye ile ilgili tehditleri yine gündeme
çıkartıp sınırda bir tampon bölge kurulmasını destekliyor.
“Monday Talk” konuğum, Kürt sorunu ve uzlaşma konusunda
çalışan akademisyen Ayşe Betül Çelik, Suriye’de savaş çıktığından beri Türkiye
sınırında bir güvenlik tehdidi olduğunu belirtiyor, hem “neden şimdi?” sorusunu
soruyor hem de yanıtlıyor:
“Bunun yanıtını biliyoruz. Erdoğan, Rojava kantonlarının
birleşmesini istemiyor. Irak Kürdistan’ı kurulduğu zaman, Türkiye’de askeri ve
siyasi liderlerin “aşiret lideri” olarak
etiketledikleri Barzani’yi siyasi bir lider olarak kabullenmeleri zordu.
Türkiye’nin güneyinde özerk bir Kürt bölgesinin kurulması Türklerin korkularını
tetikliyor ve bu korkular barışın önündeki en dirençli engeller. Erdoğan’ın
dili ve hükümet yanlısı gazetelerin Suriye konusunda yazdıkları bu korkuları
besliyor. Bunun yanı sıra Irak Kürdistanı konusunda olduğu gibi şartlar
değiştiğinde pozisyonlar da değişebilir.”
Çelik’e soruyorum, Türkiye’nin Kürt konusunu Ortadoğu’dan
ayrı görmek mümkün mü?
“Değil, Kürtler Irak ve İran Kürtleri ile güçlü bağlar kurmak
istiyorlar, bunu özellikle Suriye Kürtleri ile de yapmak istiyorlar çünkü
Rojava, Abdullah Öcalan’ın modeli. Yani Rojava özerk bölgesi oluşturulurken
Suriye’deki Kürt liderler, Öcalan’ın demokratik özerklik modelini örnek
aldılar. Bu tür bir model İran, Irak ve Türkiye Kürtleri ile güçlü bağlar
kurmayı ve Öcalan’ın demokratik konfederasyon modelinin hayata geçmesi demek. Güçlü
bir Kürt hareketi de pazarlıkta Kürtlerin elinin güçlü olmasını sağlayacaktır.
“Türkiye’nin PKK ile pazarlık yaparken, ISIL’a karşı savaşan
YPG/YPJ güçlerini ISIL kadar tehlikeli gördüğünü ifade etmesi çok problemli.
Pazarlık ve diyalog süreci, karşı tarafı ‘öteki’ ve gayrı meşru olarak görmemeyi gerektirir –
ne yazık ki karşı tarafı ‘terörist’ olarak nitelemek tam da bunu yapmaktır.”
Peki, bu şartlarda Türkiye’nin Kürtlerle ‘çözüm süreci’ ne
oldu, hala öyle bir süreç var mı diye soruyorum, Çelik öncelikle ‘çözüm süreci’
yerine ‘barış süreci’ terimini kullanmayı tercih ettiğini söylüyor ve
açıklıyor:
“Çözüm sözcüğü devlet, PKK ve Öcalan arasında pazarlık ve
diyalog sürecini anlatmak anlamında kullanılıyor. Oysa barış bundan daha fazla
bir şey içerir. Barış için toplum seviyesinde gerginlikleri azaltmak için
uğraşmak ve Türk olmayanlara, Sünni olmayanlara karşı ayrımcı olmayan yasalar
geçirmek, yeni bir anayasa hazırlamak gerekir. Ayrıca soruna ‘Kürt sorunu’
denmesine de karşıyım. Evet, bu sorun büyük ölçüde Kürtleri etkiliyor ancak ‘bizim’
sorunumuz olarak görülmeli.
'AKP tek oyuncu olmakta ısrarlı'
“Sorunuza geri dönecek olursak, barış süreci bir süre için
ivme kaybedecek. Bu arada toplumda daha çok tartışmaya ihtiyacımız var. Ancak
içinde bulunduğumuz kutuplaşmış ortamda bunu yapabilmek bir hayli zor
görünüyor. Şunu unutmamalıyız ki, barış sürecinin devam edebilmesi için toplumu
dönüştürmemiz gerekiyor.”
Dünyada örnekleri görüldüğü gibi barış süreçlerinde duraklamalar
olabiliyor. Bu tür geri gitmeler, sürecin doğal bir parçası mı diye soruyorum;
Çelik evet, diyor ve AKP’nin oyundaki tek oyuncu olmasındaki ısrarını da anlatıyor:
“Seçimler de süreci etkiledi. AKP, elinin daha güçlü
olduğunu zannediyordu ancak yanıldı. İkinci olarak da Kobani hesapları
değiştirdi. AKP’nin bunu hesapladığını söyleyemem, sanırım bir seçim yaptı ve
Kürt oyları yerine milliyetçi oyları tercih ettiğini gösterdi.”
Çelik, toplumun Kürtlerle barış sürecine hazırlanmadığını ve
bunun için yapılması gerekenleri de şöyle özetliyor:
“Hala Kürt meselesi diye bir şey olmadığına inananlar
bulunduğunu görmek anlaşılmaz bir durum.
Daha çok insan hikayesinin anlatılması ve duyulması gerek. Ne
yazık ki dinlemeye açık olmayan kutuplaşmış bir toplumuz. Liderlerin de
ötekileştiren ve ayrımcı olan ifadeler, sözler kullanmamak gibi bir sorumluluğu
var. Sivil toplumun yerel seviyede yapacakları olabilir. Örneğin, 2009-2010’da
Akil İnsanlar Komitesi çeşitli raporlar yazdılar ve diğerlerinin bakış
açılarını yansıttı. Son olarak da medya, Kürtlerle ilgili olarak nefret söylemi
yaymaktan ve negatif anlam yüklü basmakalıp ifadeler kullanmaktan kaçınmalı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder