2012 yılı baharında Sinop, Gerze’de başlayan bir
yolculuğa çıkmış, Amasra ve Bartın’a doğru yola devam etmiş; bölge halkı, eylemciler,
uzmanlar, yetkililerle görüşmüş ve geriye kocaman sorularla, biraz da hüzünle dönmüştüm:
- Bu güzellikler gerçekten yok mu olacak?
- Neden yöneticiler ve/ya iş insanları, halkın makul ve
mantıklı nedenlere dayanarak şiddetle karşı çıktığı projeleri illa ki empoze
etmek isterler?
- Nasıl olur da üniversitelerin, yerel halkın, uzmanların bunca
bilgi birikimi ve araştırmaları göz ardı edilir?
- Yöre halkını ne jandarma ne tehdit yıldırmış; başka güçler
yıldırabilir mi?
- Medya bu sesleri neden duyurmaz?
Sonuçta birkaç yazı yazdım (1 Nisan 2012, 8 Nisan 2012) ve aktivist
Pınar Aksoğan ile beraber Açık Radyo’da termik santrale karşı direnen bölge halkının
kararlılığını anlatmaya çalıştık. Hatta 2013’te de Çılgın Projeler Konferansı’nda
bir panele katılmış ve bu haberleri yapma konusunda ana akım medyanın neden
sınıfta kaldığını anlatmıştım…
Direnişler hiç bitmedi ancak alternatif medya hariç, genel
medyada pek yer almadı. İstanbul’daki Gezi olayları bile adeta birden bire patlamış gibiydi çünkü öncesinde Anadolu’da HES’lere karşı süren direnişler gündeme
çıkarılmıyordu.
Bu haftaki söyleşimde Bartın Üniversitesi öğretim üyesi ve
aktivist Erdoğan Atmış, hem Yeşil Yol’a karşı çıkışı, hem daha öncesini, hem
HES ve termik santral gibi projelerin nasıl “siyasi” olduğunu ve bu işlerin
ekonomi-politiğini anlattı.
2012’de bölgedeki araştırmamda katkıları büyük olan
Atmış, bu defa da aklımdaki pek çok soruya yanıt verdi:
*** Rize ve Artvin protestoları neden şimdi öne çıktı ve
duyuldu?
Aslına bakarsanız hükümetin -- devlet de diyebiliriz -- doğa
yıkımına dayanan ekonomik büyüme politikalarına karşı tepkiler Gezi
protestolarından önce başladı. Hatta Gezi, Anadolu’daki bu birikiminin daha
büyük bir toplumsal tepki olarak İstanbul’a yansıması olarak görülebilir.
Gezi’den önce de Anadolu’nun her yerinde HES’lere karşı mücadele vardı.
Antalya’da, Muğla’da, Kastamonu’da, Bartın’da, Artvin’de, Rize’de yapılanları
örnek verebilirim. Yöre halkı; hem ÇED Halkın Katılımı toplantılarını
yaptırmayarak, hem ÇED izni çıkmış HES’lerin yapımını durdurmak için iş
makinelerinin önüne yatarak, HES ve termik santral sahalarında nöbet çadırları
kurarak ve olumlu çıkan ÇED kararını iptal için mahkemeye taşıyarak bu
mücadelesini sürdürüyordu. Başlangıçta nehir tipi HES’ler konusunda çok şey
bilinmiyordu. Özellikle bazı HES’lerin inşasından sonra yaptığı zararların
gözle görülmesi ve vaat edildiği gibi HES’lerin yöre halkına gençler için yeni
iş imkanı sağlamadığının anlaşılması tepkileri artırdı. İnsanlar; hem
geleneksel yaşamlarının bozulacağını, hem de doğanın bir daha geri
kazanılamayacak şekilde yok edileceğini anladılar. Nehir tipi HES’ler ülke gündemine
bu kadar girmeden önce, 10-15 yıl önce, HES’leri yenilenebilir enerji olarak
bilen bizler de bu yıkımlarla HES’lerin gerçek yüzünü görmüş olduk.
*** Rize’de olanları anlatır mısınız?
Rize’de Çamlıhemşin’de insanlar Samsun’dan Artvin’e kadar
bütün yaylaları birleştirerek bu yaylaların doğasını değiştirecek 2600 km
uzunluğundaki “Yeşil Yol” projesinin iptalini istiyorlar. Orada yola da ihtiyaç
yok. Bölgeyi turizme açmak için uygulandığı söylenen bir proje. Oysa bölgeyi
turizme açmak için bütün yaylalara 1990’lı yıllarda yol yapıldı zaten. Doğu Karadeniz’de denizi doldurdular otoyol
yaptılar, akarsuların üzerine de HES yaparak kelepçe altına aldılar ve aşağıda
yapılacak proje kalmadı şimdi sıra 3000 metreyi kuşatmaya geldi. Şimdi mevcut
yollar 7 metreye genişletilirken, yaylalar arasında da aynı genişlikte yeni
yollar yapılmak isteniyor. Bu yollar yaylacılara ve yayla turizmine hizmet
etmekten çok yaylalardaki potansiyel maden sahalarına ve enerji yatırımlarına
ulaşımı sağlayacak veya kolaylaştıracak bir yol gibi görünüyor.
Asıl niyet yayla turizmini geliştirmek olsaydı...
*** Eğer asıl niyet yayla turizmini geliştirmek olsaydı ne
yapılıyor olurdu?
Avrupa’daki örneklerden yararlanılabilirdi. İsviçre ve
Avustur’ya da yüksek yerlere ulaşımı sağlamak için raylı sistemler ya da
teleferikler kuruluyor. Bunları yıllar önce, 1990lı yıllarda önerdik ama tek
yapılan yaylalara yol inşa etmek oldu. Bu yollar yaylacılığı bitirdi,
yaylalarda evler, şehirler oluştu. Bu bölgeler günübirlik sayfiye alanlarına
dönüştü ve şehirler nasıl çarpık yapılaşıyorsa, yaylalara da aynı şey yapıldı.
Aşağıda nasıl kirlenme varsa dünyanın çatısı olan yaylalar da kirletildi.
Yaylalardaki bu kirlenme aslında kentlerin daha da pislenmesine yol açacak.
İşte insanlar bunun için itiraz ediyor. Yeşil Yol denen proje şimdiye kadar
hayatta kalabilen yaylaların da yok oluşu demek.
*** Anadolu’da ilk protestolar ne zaman başladı?
2008 yılından sonra Doğu Karadeniz’de başladı. Trabzon, Rize
ve Artvin’de çok sayıda nehir tipi HES
projelendirilmiş. Bir akarsu üzerinde çok sayıda HES yapılmak isteniyor. Rize
ve Artvin’de yoğun tepkiler oldu. Trabzon’da pek tepki göremedik. Belki bu
Trabzon’u sosyal yapısından kaynaklandı. Fakat İdarenin Trabzon Spor Klübü’ne
de işletmesi için bir HES vermiş olmasını bu ilde tepkileri hafifletmek için
kullanılan bir taktik olarak görüyorum.
HES’lere karşı yöresel tepkileri bir araya toplamak için “Derelerin
Kardeşliği” ve “Karadeniz İsyandadır” gibi farklı topluluklar oluşturuldu. Bu gruplar ve ekoloji avukatları hem
toplumsal tepkiyi örgütlemekte, hem de artık ülkemizde göstermelik hale gelmiş
ÇED süreçlerinde alınan ÇED olumlu kararlarına karşı mahkemelere dava açılması
konusunda yöre halkına öncü oldular.
2011 yılında HES karşıtları Akdeniz, Karadeniz ve Ege bölgelerinden
başlayarak yüreyerek Ankara’ya kadar geldiler. “Anadoluyu Vermeyeceğiz” adını
alan bu hareket Ankara’ya sokulmadı. Gölbaşı’nda önü kesildi. Orada kamp kuran
eylemciler, kampa yapılan ziyaretlerde HES’lerin vereceği zararları kamuoyuna
anlatmaya çalıştılar.
Kastamonu Cide’deki Loç vadisini kurtarmak için yöre
halkının yaptığı mücadeleyi burada hatırlatmak istiyorum. Geçen hafta
içinde Loç halkının mücadelesini
kazandığına ilişkin Danıştay’dan karar geldiğini ve yapılmak istenen HES’in
iptal edildiğini duyduk. Fakat itiraz sürecinde köy halkıyla jandarma idare
tarafından karşı karşıya getirildiği için,
yöre halkından 70 kişiye açılan ceza davaları hala mahkemede devam
ediyor. Yani idare itiraz edeni cezalandırmakla tehdit ediyor. Bu tür
uygulamaları ülkenin bir çok yerinde görmek mümkün.
*** Anadolu’da benzer mücadeleler termik santrallere karşı
da var değil mi?
Evet, Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin bütün
kıyılarına termik santral kurma girişimleri var. Adana’dan İskenderun’a kadar
kıyı şeridinde 17’den fazla termik santral projelendirilmiş durumda. Yörede
sürdürülen mücadeleler sonucu, bu termik santrallerin bir kısmının ruhsatları
ve ÇED olumlu kararları iptal edildi. Karaman Akçaşehir’de çiftçilik yapılan
hektarlarca alanın linyit madeni sahası ve termik santrallere dönüştürülmemesi
için Karaman Çevre Platformu mücadele ediyor. Maden çıkarılması için verilen
ÇED olumlu kararı halkın açtığı dava sonucu iptal edildi. Çanakkale Biga’da
termik santrallere karşı kazanılmış davalar var. Sinop Gerze’de Yeşil Gerze
Çevre Platformu’nun verdiği başarılı mücadele sonucu yapılmak istenen termik
santralin ÇED süreci ve daha önce verilen diğer izinler iptal edildi. Kısacası
mücadele edilirse kazanılıyor. Yöresi için mücadele etmeyenler kaybetmeye
mahkum.
*** Bütün bunların hükümetin ekonomi politikaları sonucu olduğu
konusunuaçar mısınız?
Devlet doğayı ve toplumsal yaşamı yok edecek her türlü
projenin önünü açıyor. Örneğin, termik
santral kurulabilecek ve liman yapılabilecek her kıyıya, 5-6 tane termik
santral projesi başvurusunu kabul edebiliyor. Kıyısı olmayan iç bölgelerde ise --
Karapınar Havzası, Soma, Merzifon, Maraş vb. -- yer altındaki değersiz,
kalorisi düşük linyit kömürünü kamuoyuna yeni keşfetmiş gibi sunarak
şirketlerin termik santral kurması için zemin hazırlıyor.
*** Kasaya para girsin diye her proje onaylanıyor ancak
yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi için değil de doğaya ve topluma zararı
olacak projeler yapılıyor, neden?
Var olan ya da dünyanın eskitmiş olduğu teknolojiler
üzerinden iş yapmak daha kolay. Güneş veya rüzgardan yararlanmak Türkiye için
yeni bir yöntem. Almanya için yeni değil; Almanya termik ve nükleer
santrallerini kapatıyor, yenilenebilir enerjiye yatırım yapıyor. Şu an
enerjisinin %27’sini yenilenebilir enerjiden sağlıyor ve 2050’de %100
yenilenebilir enerji hedefliyor. Türkiye’nin yenilenebilir enerjiye geçişi için
teknolojiyi geliştirmesine ve bu yönde bir politik iradeye gereksinimi var.
Ancak Türkiye’de yenilenebilir enerjiye destek konusunda bir hükümet politikası
oluşmuş değil. Türkiye’de rüzgar santralleri yatırımları için pek çok başvuru
var ancak hükümet – yani Enerji Bakanlığı ya da elektrik idaresi – bunlar için
alım garantisi vermekten yıllarca uzak durdu. Bu süre içinde termik santral ve
HES’lere ve de nükleer santrallere alım garantisi verdi. Elektriğin tek alıcısı var o da devlet;
devlet, doğaya ve topluma zararlı enerji yatırım türlerine alım garantisi
verirken diğerlerine ya vermiyor ya da geciktiriyor. İkincisi, bu tesisler
kurulduktan sonra bunların genel iletim hatlarına bağlanma sorunu var; rüzgar
ve güneş enerjisi üretiminde devlet bu işi üstlenmiyor. Bu arada yenilenebilir
enerji konusunda sağlıklı bir politika oluşturulmadığı için ve planlamalar
yapılmadığı için, yine hükümete yakın çevrelerin isteğine göre şekillenen
yenilenebilir enerji yatırımları var. Bu çerçevede bu yatırımlardaki yanlış yer
seçimi nedeniyle özellikle Ege Bölgesi’ndeki tatil yörelerinde rüzgar
santrallerine karşı tepkiler oluşmaya başladı.
Mücadele eden yol alıyor
*** Bu konuda Amasra’da olanlara bakarak, devlet politikası
konusunda örnek verebilirsiniz sanırım…
Evet, Bartın Amasra’da halk Bartın Platformu önderliğinde
yıllardır yapılması planlanan termik santral projesine karşı çıkıyor. Halkın
tepkilerinin de sonucu termik santral ÇED süreci daha önce altı kez iptal
edildi. Yapımcı şirket santrallerin ismini değiştirerek aynı yer için tekrar
başvurdu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu başvuruları daha öncekilerle
ilişkilendirmeyerek kabul etti ve halkın yoğun tepkisine rağmen ÇED raporunu
kabul aşamasına getirdi. Buna rağmen süreçteki hukuksuzluklar nedeniyle rapor
bakan tarafından bir yıldır onaylanmadı. Fakat bu arada termik santral ÇED
süreci bitmediği halde termik santrali ülke elektrik sistemine bağlayacak
iletim hattı Enerji Bakanlığı tarafından halkın parasıyla şirket için döşendi. Bunun için ormanlar yok
edildi. 50 bine yakın ağaç kesildi.
*** Yöre halkı HES’lere, termik santrallere mücadelesinde ne
kadar başarılı oluyor? Birkaç hassas milletvekili dışında milletvekilleri
onların taleplerini meclis gündemine taşıyabiliyor mu? Hukuki olarak sonuç
alınabiliyor mu?
Mücadele ederlerse oldukça yol alıyorlar. Her baroda bu
işleri takip edip mücadele eden avukatlar var.
Ayrıca doktorlar, mimarlar,
mühendisler ve eğitimciler var. Bu insanlar mesleki bilgilerini bu mücadelelere
gönüllü olarak sunuyorlar. Bu mücadeleler o yörelerde “çevre hareketi” olarak
değil de “yaşama sahip çıkmak” adına anlamlı oluyor ve destekçi buluyor.
Örneğin Bartın’da Amasra’da yapılmak istenen termik santrale karşı olan
mücadele “çevre” adını almadı Bartın Platformu adını aldı. Zonguldak’taki
mücadele “Yaşanabilir Zonguldak Platformu” tarafından yapılıyor. “Çevre” daha entelektüel bir iş olarak
görülüyor; halkın kendini dahil edeceği bir iş olarak görülmüyor. Daha önce
TEMA ve Greenpeace gibi hareketlerin sahiplendikleri hareketler vardı ancak bu
kuruluşlar gördüler ki, bu işleri kendileri sahiplenince yöre insanı uğraşmayı
bırakıyor. Şimdi mücadelede çevre örgütlerinden çok, yöre halkı öne çıkıyor.
Ulusal ve uluslararası kuruluşlar yine destek oluyorlar – örneğin, Greenpeace
Türkiye’de termik santral proje ve mücadelelerini anlatan bir Kara Atlas yaptı.
Greenpeace eskiden bölgede ses getiren bir eylem yapar, konu da kamuoyuna
Greenpeace eylemi olarak yansırdı. Şimdi Greenpeace, Tema, WFF gibi örgütler
yine mücadelelerin içinde var. Fakat daha çok yöre halkına destek düzeyinde ve
mücadeleler arası koordinasyon sağlama konusunda destekler bunlar. Fakat, asıl
mücadeleyi yöre insanı yürütüyor. Böylece yöre halkı mücadeleyi daha çok
sahipleniyor. Köyde yaşayan muhtar, yaşlı teyzeler, gençler…
Böylece mücadeleler daha uzun soluklu ve başarılı oluyor.
Milletvekilleri de belli oranlarda direnişlerin parçası
olabiliyorlar. Eski milletvekillerinden Melda Onur, Karadeniz’i baştan başa
dolaştı ve termik santral, HES ve madencilik vb. çevreye zararlı projeleri ve
yöresel tepkileri Meclise taşımak için yerel mücadele temsilcilerinin siyasi
parti grup yöneticileriyle Meclis’te buluşturdu. Bu günlerde Artvin
Milletvekili Uğur Bayraktutan, ağaçlar kesilerek maden sahası yapılacak olan
Cerattepe için mecliste eylem yaptı ve 24 saat meclisi terk etmedi. Bartın
Milletvekili Rıza Yalçınkaya Amasra’daki termik santral konusunda mecliste
çeşitli soru önergeleri vererek halkın “Termiksiz Yaşam” mücadelesini TBMM’ye
taşıdı. Fakat burada konuyu gündeme getiren milletvekillerinin muhalefet
partisi üyesi olması, iktidar partisine mensup milletvekillerinin bu konularda
suskun kalması gerçekten düşündürücü.
Bartın’daki termik santral karşıtı mücadele 2009’dan beri
devam ediyor. Bartın Platformu ÇED raporları sürecinde mücadele etti. Süreç içinde raporun olumlu sonuçlanması için
bürokratlar üzerine kurulan siyasi baskı sonucu 2014 Haziran’ında ÇED raporu
onaylanma aşamasına getirildi. Çevre ve
Şehircilik Bakanı İdris Güllüce aradan bir yıl geçtiği halde raporu olumlu veya
olumsuz anlamda imzalamadı. Bunda; Bartın Platformu’nun Türkiye’de daha önce
hiç yapılmayan bir şeyi yapmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Bu da raporun
askıya çıkarıldığı 10 gün içinde 42 bin farklı itiraz dilekçenin bakanlığa
ulaştırılmış olması. Sadece 42 bin dilekçe sahibi değil, bütün Bartın Halkı
bakandan Amasra’ya yapılmak istenen Hema Termik Santrali ÇED Raporu’nu iptal etmesini bekliyor.
HES yapılan dere yok oluyor
*** Siyasi müdahaleler nasıl yapılıyor?
Daha önce de söylediğim gibi Trabzon’da HES süreçlerine çok
az itiraz edildiği için şu an onlarca HES işletmeye açıldı ve onlarcasının da
inşaatı devam ediyor. Aslında itiraz etmeyenler kaybediyor. İşletmeye açılan
HES’lerin verdiği zararları daha sonra herkes görüyor. Bir de projeler
yapıldıkça vaatlerin doğru olmadığı görülüyor; örneğin, HES yapılırsa iş imkanları
artacak diyorlar ama doğru değil; bir HES’te 4 teknisyen çalışıyor, o kadar.
İşsizliğin yoğun olduğu bölgelerde iş vaatlerine kananlar olabiliyor. Yörede
tepki gösterilirse sonuçta mahkeme süreci oluyor ve mahkemede kazanımlar elde
edilebiliyor. Türkiye’de bir çok yerde itirazlar sonucu onlarca HES yapımının
iptal edildiğini biliyoruz. Yaşadığım Bartın’da da halkın tepkisi ve mahkemeye
gitmesi sonucu iki tane HES iptal edildi. Mahkemede HES projeleri mutlaka iptal
ediliyor. Çünkü HES projelerinin son derece gelişigüzel hazırlanmış, doğayı
talan eden projeler olduğu çok açık. Mücadele etmeyenler kaybetmeye mahkumlar
ver HES’ler sonucunda oluşan olumsuz sonuçlara katlanmak zorundalar.
*** Ne gibi zararlar oluyor?
İnsanlar HES yapılan dereyi kaybediyor -- onun suyundan
tarımda, hayvancılıkta yararlanamıyor;
tarım arazileri bu yüzden azalıyor; yaban hayatı susuz kalıyor; ormanlar
bu HES’ler için kesiliyor ve ormanın kaybından doğan zararlar oluyor. Termik
santrallere gelince havaya, toprağa ve suya büyük zarar veriyorlar. Oluşan kül
atıkları sağlığa son derece zararlı. Termik santrallerin burada sayamayacak
kadar çok doğaya ve insan sağlığına zararı var.
*** Kanunlarda ne gibi değişiklikler yapıldı?
En önemlisi 2005 yılında Maden Kanunu ve buna bağlı yönetmelikler
değişti. Buna göre ormanlarda ve hatta milli parklarda bile maden araması
yapılabiliyor. Maden derken bu altın, elmas, gümüş de olabilir mermer ya da taş
da olabilir; üzerindeki orman değil altındaki taş değerli görülüyor. İnsanlar
maden çıkarmak için orman kesimlerini görünce tepki vermeye başladılar.
*** Siyasi olarak hükümet ne elde ediyor bu projeler
sayesinde. Bir kaç bin HES projesi var değil mi? Hükümete faydaları neler?
HES’ler siyasi projeler. Bu projeleri hükümet birilerine
dağıttığı zaman onlar aynı zamanda hükümetin destekçisi de oluyorlar. Bir parti
mitingi olacağı zaman HES yapılan yerde işletme oradaki işçileri ve halkı
mitinge yönlendiriyor. Sadece ana akarsularda değil, onların yan dereleri
üzerinde de HES yapılıyor. Bu kendiliğinden akan bir derenin kalmaması demek.
Bunların sayısı 5 bine kadar çıkıyor. Ayrıca her bölgede termik santral projesi
var; sayı 200’e yaklaşıyor. Türkiye’nin bu kadar enerjiye ihtiyacı olmadığını
uzmanlar söylüyor. Ancak hükümet bu projeler sayesinde ekonomik imtiyaz
dağıtıyor ve siyasi destek topluyor. Zaten projelerin verildiği isimler her
bölgede aynı; projeler hükümeti destekleyen ya da destekleyecek iş çevrelerine
dağıtılıyor. İşin ekonomi-politiği de bu… Anayasa Mahkemesi daha önce
ormanların yok edilmesini sağlayacak yasaları geri çevirdi. Fakat hükümet bu
yasaları tekrar istediği gibi değiştirerek ve bunlara bağlı yönetmeliklerle pek
çok projeye izin vermeye başladı. Eskiden bürokratlar, kanunlar izin vermiyor
diye bazı projelere karşı çıkıyordu. Önce bu projelere karşı çıkan bu
bürokratlar görevden alınıyordu. Artık kanunlar ve yönetmelikler bu tür
projeleri kolaylaştıracak şekilde değiştiriliyor; dürüst bürokratların uygun
olmayan projelere itirazlarını dayandırdıkları kanunlar bir bir yürürlükten
kaldırılıyor. Bu hükümet döneminde ilgili mevzuat ne yazık ki hukuksuz olarak,
toplumun yararına olmayacak şekilde değiştirildi…
7 Haziran seçim sonucunun etkisi
*** Gezi olayları ve sonra 7 Haziran seçiminin devlet
politikalarına ne gibi etkileri olabilir?
İnsanların bir araya gelerek gerçek bir toplumsal mücadeleye
girişmesi hükümeti sarstı. Aslında Gezi, Anadolu’nun yansımasıydı. 2000’lerin
başında insanlar bu tür mücadelelere girmeye çekiniyorlardı ancak artık
çekinmiyorlar. 7 Haziran sonrası ortaya çıkan siyasi tablo da bu tür tepkilerin yaygınlaşması için uygun bir
atmosfer oluşturuyor. Artık mutlak bir
iktidar yok; iktidar sarsıldı. Bu arada medya da değişiyor. 7 Haziran öncesi
kayıtsız şartsız iktidarı destekleyen, hiç ummadığımız medya kanalları şimdi
Rize’de Yeşil Yol’a, Artvin’de Cerattepe madenine karşı yükselen halk tepkisini haber
yapabiliyor. Oysa daha önce Anadolu’nun
tepkisi yok sayılıyordu. Yoğunlaşan bu tepkiler sayesinde yeni oluşacak hükümetin artık bu konuya daha
farklı yaklaşabileceğini düşünüyorum. Bu yeni yaklaşım küçük bir revizyondan
öte, halkın tepkilerini dikkate alan radikal bir değişim sağlamalı. Doğanın yok
oluşuna neden olan madencilik ve enerji projelerinin uygulamaya koyulmasının
artık çok kolay olmayacak. Artık halk tepkisinden doğan o kadar çok bilgi
üretildi ki bürokratlar – hükümetin mutlak iktidarı da zayıfladığı için – bu
bilgiyi daha rahat kullanabilecekler; eskiden, bürokratlar “biliyoruz ama
yapamayız, siyasi baskı var” diyorlardı. Artık sorumluluklarını başkasının
üzerine atamayacaklar.
*** Hiç örnekleri oldu mu?
Terme’de termik santral projesi vardı ve bu projeye karşı
gelenlerden biri de AKP’den seçilmiş Terme belediye başkanı oldu; Terme
belediye başkanının “cumhurbaşkanı dahi istese ben bunu yaptırmayacağım”
diye bir beyanı var. Aynı şey Merzifon,
Suluova’da oldu; ticaret odası başkanları ve AKP’li belediye başkanı termik
santrale karşı halkın yanında yer aldı. Ticaret odalarının iktidara karşı
durmaları pek mümkün değildir. Fakat Suluoava’da hükümetin projesine karşı
görünmeyi göze aldılar. Hem Terme’de hem de Merzifon’daki termik santral
projelerine ait ÇED süreçleri Haziran ayı içinde durduruldu. Bu yaşananlar
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndaki bürokratların 7 Haziran seçimlerinden sonra
artık halkın tepkisine kulak vermeye başlamış olmasına örnek gösterilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder