19 Temmuz 2015 Pazar

‘Havva Ana’ ve diğerleri ne istiyor?


2012 yılı baharında Sinop, Gerze’de başlayan bir yolculuğa çıkmış, Amasra ve Bartın’a doğru yola devam etmiş; bölge halkı, eylemciler, uzmanlar, yetkililerle görüşmüş ve geriye kocaman sorularla, biraz da hüzünle dönmüştüm:

- Bu güzellikler gerçekten yok mu olacak?
- Neden yöneticiler ve/ya iş insanları, halkın makul ve mantıklı nedenlere dayanarak şiddetle karşı çıktığı projeleri illa ki empoze etmek isterler?
- Nasıl olur da üniversitelerin, yerel halkın, uzmanların bunca bilgi birikimi ve araştırmaları göz ardı edilir?
- Yöre halkını ne jandarma ne tehdit yıldırmış; başka güçler yıldırabilir mi?
- Medya bu sesleri neden duyurmaz?

Sonuçta birkaç yazı yazdım (1 Nisan 2012, 8 Nisan 2012) ve aktivist Pınar Aksoğan ile beraber Açık Radyo’da termik santrale karşı direnen bölge halkının kararlılığını anlatmaya çalıştık. Hatta 2013’te de Çılgın Projeler Konferansı’nda bir panele katılmış ve bu haberleri yapma konusunda ana akım medyanın neden sınıfta kaldığını anlatmıştım…

Direnişler hiç bitmedi ancak alternatif medya hariç, genel medyada pek yer almadı. İstanbul’daki Gezi olayları bile adeta birden bire patlamış gibiydi çünkü öncesinde Anadolu’da HES’lere karşı süren direnişler gündeme çıkarılmıyordu.

Bu haftaki söyleşimde Bartın Üniversitesi öğretim üyesi ve aktivist Erdoğan Atmış, hem Yeşil Yol’a karşı çıkışı, hem daha öncesini, hem HES ve termik santral gibi projelerin nasıl “siyasi” olduğunu ve bu işlerin ekonomi-politiğini anlattı. 

2012’de bölgedeki araştırmamda katkıları büyük olan Atmış, bu defa da aklımdaki pek çok soruya yanıt verdi:



*** Rize ve Artvin protestoları neden şimdi öne çıktı ve duyuldu?

Aslına bakarsanız hükümetin -- devlet de diyebiliriz -- doğa yıkımına dayanan ekonomik büyüme politikalarına karşı tepkiler Gezi protestolarından önce başladı. Hatta Gezi, Anadolu’daki bu birikiminin daha büyük bir toplumsal tepki olarak İstanbul’a yansıması olarak görülebilir. Gezi’den önce de Anadolu’nun her yerinde HES’lere karşı mücadele vardı. Antalya’da, Muğla’da, Kastamonu’da, Bartın’da, Artvin’de, Rize’de yapılanları örnek verebilirim. Yöre halkı; hem ÇED Halkın Katılımı toplantılarını yaptırmayarak, hem ÇED izni çıkmış HES’lerin yapımını durdurmak için iş makinelerinin önüne yatarak, HES ve termik santral sahalarında nöbet çadırları kurarak ve olumlu çıkan ÇED kararını iptal için mahkemeye taşıyarak bu mücadelesini sürdürüyordu. Başlangıçta nehir tipi HES’ler konusunda çok şey bilinmiyordu. Özellikle bazı HES’lerin inşasından sonra yaptığı zararların gözle görülmesi ve vaat edildiği gibi HES’lerin yöre halkına gençler için yeni iş imkanı sağlamadığının anlaşılması tepkileri artırdı. İnsanlar; hem geleneksel yaşamlarının bozulacağını, hem de doğanın bir daha geri kazanılamayacak şekilde yok edileceğini anladılar. Nehir tipi HES’ler ülke gündemine bu kadar girmeden önce, 10-15 yıl önce, HES’leri yenilenebilir enerji olarak bilen bizler de bu yıkımlarla HES’lerin gerçek yüzünü görmüş olduk.

*** Rize’de olanları anlatır mısınız?

Rize’de Çamlıhemşin’de insanlar Samsun’dan Artvin’e kadar bütün yaylaları birleştirerek bu yaylaların doğasını değiştirecek 2600 km uzunluğundaki “Yeşil Yol” projesinin iptalini istiyorlar. Orada yola da ihtiyaç yok. Bölgeyi turizme açmak için uygulandığı söylenen bir proje. Oysa bölgeyi turizme açmak için bütün yaylalara 1990’lı yıllarda yol yapıldı zaten.  Doğu Karadeniz’de denizi doldurdular otoyol yaptılar, akarsuların üzerine de HES yaparak kelepçe altına aldılar ve aşağıda yapılacak proje kalmadı şimdi sıra 3000 metreyi kuşatmaya geldi. Şimdi mevcut yollar 7 metreye genişletilirken, yaylalar arasında da aynı genişlikte yeni yollar yapılmak isteniyor. Bu yollar yaylacılara ve yayla turizmine hizmet etmekten çok yaylalardaki potansiyel maden sahalarına ve enerji yatırımlarına ulaşımı sağlayacak veya kolaylaştıracak bir yol gibi görünüyor.

Asıl niyet yayla turizmini geliştirmek olsaydı...

*** Eğer asıl niyet yayla turizmini geliştirmek olsaydı ne yapılıyor olurdu?

Avrupa’daki örneklerden yararlanılabilirdi. İsviçre ve Avustur’ya da yüksek yerlere ulaşımı sağlamak için raylı sistemler ya da teleferikler kuruluyor. Bunları yıllar önce, 1990lı yıllarda önerdik ama tek yapılan yaylalara yol inşa etmek oldu. Bu yollar yaylacılığı bitirdi, yaylalarda evler, şehirler oluştu. Bu bölgeler günübirlik sayfiye alanlarına dönüştü ve şehirler nasıl çarpık yapılaşıyorsa, yaylalara da aynı şey yapıldı. Aşağıda nasıl kirlenme varsa dünyanın çatısı olan yaylalar da kirletildi. Yaylalardaki bu kirlenme aslında kentlerin daha da pislenmesine yol açacak. İşte insanlar bunun için itiraz ediyor. Yeşil Yol denen proje şimdiye kadar hayatta kalabilen yaylaların da yok oluşu demek.

*** Anadolu’da ilk protestolar ne zaman başladı?

2008 yılından sonra Doğu Karadeniz’de başladı. Trabzon, Rize ve Artvin’de  çok sayıda nehir tipi HES projelendirilmiş. Bir akarsu üzerinde çok sayıda HES yapılmak isteniyor. Rize ve Artvin’de yoğun tepkiler oldu. Trabzon’da pek tepki göremedik. Belki bu Trabzon’u sosyal yapısından kaynaklandı. Fakat İdarenin Trabzon Spor Klübü’ne de işletmesi için bir HES vermiş olmasını bu ilde tepkileri hafifletmek için kullanılan bir taktik olarak görüyorum.  HES’lere karşı yöresel tepkileri bir araya toplamak için “Derelerin Kardeşliği” ve “Karadeniz İsyandadır” gibi farklı topluluklar oluşturuldu.  Bu gruplar ve ekoloji avukatları hem toplumsal tepkiyi örgütlemekte, hem de artık ülkemizde göstermelik hale gelmiş ÇED süreçlerinde alınan ÇED olumlu kararlarına karşı mahkemelere dava açılması konusunda yöre halkına öncü oldular.  2011 yılında HES karşıtları Akdeniz, Karadeniz ve Ege bölgelerinden başlayarak yüreyerek Ankara’ya kadar geldiler. “Anadoluyu Vermeyeceğiz” adını alan bu hareket Ankara’ya sokulmadı. Gölbaşı’nda önü kesildi. Orada kamp kuran eylemciler, kampa yapılan ziyaretlerde HES’lerin vereceği zararları kamuoyuna anlatmaya çalıştılar. 

Kastamonu Cide’deki Loç vadisini kurtarmak için yöre halkının yaptığı mücadeleyi burada hatırlatmak istiyorum. Geçen hafta içinde  Loç halkının mücadelesini kazandığına ilişkin Danıştay’dan karar geldiğini ve yapılmak istenen HES’in iptal edildiğini duyduk. Fakat itiraz sürecinde köy halkıyla jandarma idare tarafından karşı karşıya getirildiği için,  yöre halkından 70 kişiye açılan ceza davaları hala mahkemede devam ediyor. Yani idare itiraz edeni cezalandırmakla tehdit ediyor. Bu tür uygulamaları ülkenin bir çok yerinde görmek mümkün.

*** Anadolu’da benzer mücadeleler termik santrallere karşı da var değil mi?

Evet, Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin bütün kıyılarına termik santral kurma girişimleri var. Adana’dan İskenderun’a kadar kıyı şeridinde 17’den fazla termik santral projelendirilmiş durumda. Yörede sürdürülen mücadeleler sonucu, bu termik santrallerin bir kısmının ruhsatları ve ÇED olumlu kararları iptal edildi. Karaman Akçaşehir’de çiftçilik yapılan hektarlarca alanın linyit madeni sahası ve termik santrallere dönüştürülmemesi için Karaman Çevre Platformu mücadele ediyor. Maden çıkarılması için verilen ÇED olumlu kararı halkın açtığı dava sonucu iptal edildi. Çanakkale Biga’da termik santrallere karşı kazanılmış davalar var. Sinop Gerze’de Yeşil Gerze Çevre Platformu’nun verdiği başarılı mücadele sonucu yapılmak istenen termik santralin ÇED süreci ve daha önce verilen diğer izinler iptal edildi. Kısacası mücadele edilirse kazanılıyor. Yöresi için mücadele etmeyenler kaybetmeye mahkum.



*** Bütün bunların hükümetin ekonomi politikaları sonucu olduğu konusunuaçar mısınız?

Devlet doğayı ve toplumsal yaşamı yok edecek her türlü projenin önünü açıyor.  Örneğin, termik santral kurulabilecek ve liman yapılabilecek her kıyıya, 5-6 tane termik santral projesi başvurusunu kabul edebiliyor. Kıyısı olmayan iç bölgelerde ise -- Karapınar Havzası, Soma, Merzifon, Maraş vb. -- yer altındaki değersiz, kalorisi düşük linyit kömürünü kamuoyuna yeni keşfetmiş gibi sunarak şirketlerin termik santral kurması için zemin hazırlıyor.

*** Kasaya para girsin diye her proje onaylanıyor ancak yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi için değil de doğaya ve topluma zararı olacak projeler yapılıyor, neden?

Var olan ya da dünyanın eskitmiş olduğu teknolojiler üzerinden iş yapmak daha kolay. Güneş veya rüzgardan yararlanmak Türkiye için yeni bir yöntem. Almanya için yeni değil; Almanya termik ve nükleer santrallerini kapatıyor, yenilenebilir enerjiye yatırım yapıyor. Şu an enerjisinin %27’sini yenilenebilir enerjiden sağlıyor ve 2050’de %100 yenilenebilir enerji hedefliyor. Türkiye’nin yenilenebilir enerjiye geçişi için teknolojiyi geliştirmesine ve bu yönde bir politik iradeye gereksinimi var. Ancak Türkiye’de yenilenebilir enerjiye destek konusunda bir hükümet politikası oluşmuş değil. Türkiye’de rüzgar santralleri yatırımları için pek çok başvuru var ancak hükümet – yani Enerji Bakanlığı ya da elektrik idaresi – bunlar için alım garantisi vermekten yıllarca uzak durdu. Bu süre içinde termik santral ve HES’lere ve de nükleer santrallere alım garantisi verdi.  Elektriğin tek alıcısı var o da devlet; devlet, doğaya ve topluma zararlı enerji yatırım türlerine alım garantisi verirken diğerlerine ya vermiyor ya da geciktiriyor. İkincisi, bu tesisler kurulduktan sonra bunların genel iletim hatlarına bağlanma sorunu var; rüzgar ve güneş enerjisi üretiminde devlet bu işi üstlenmiyor. Bu arada yenilenebilir enerji konusunda sağlıklı bir politika oluşturulmadığı için ve planlamalar yapılmadığı için, yine hükümete yakın çevrelerin isteğine göre şekillenen yenilenebilir enerji yatırımları var. Bu çerçevede bu yatırımlardaki yanlış yer seçimi nedeniyle özellikle Ege Bölgesi’ndeki tatil yörelerinde rüzgar santrallerine karşı tepkiler oluşmaya başladı.

Mücadele eden yol alıyor

*** Bu konuda Amasra’da olanlara bakarak, devlet politikası konusunda örnek verebilirsiniz sanırım…

Evet, Bartın Amasra’da halk Bartın Platformu önderliğinde yıllardır yapılması planlanan termik santral projesine karşı çıkıyor. Halkın tepkilerinin de sonucu termik santral ÇED süreci daha önce altı kez iptal edildi. Yapımcı şirket santrallerin ismini değiştirerek aynı yer için tekrar başvurdu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu başvuruları daha öncekilerle ilişkilendirmeyerek kabul etti ve halkın yoğun tepkisine rağmen ÇED raporunu kabul aşamasına getirdi. Buna rağmen süreçteki hukuksuzluklar nedeniyle rapor bakan tarafından bir yıldır onaylanmadı. Fakat bu arada termik santral ÇED süreci bitmediği halde termik santrali ülke elektrik sistemine bağlayacak iletim hattı Enerji Bakanlığı tarafından halkın parasıyla şirket için döşendi. Bunun için ormanlar yok edildi. 50 bine yakın ağaç kesildi.

*** Yöre halkı HES’lere, termik santrallere mücadelesinde ne kadar başarılı oluyor? Birkaç hassas milletvekili dışında milletvekilleri onların taleplerini meclis gündemine taşıyabiliyor mu? Hukuki olarak sonuç alınabiliyor mu?

Mücadele ederlerse oldukça yol alıyorlar. Her baroda bu işleri takip edip mücadele eden avukatlar var.  Ayrıca doktorlar,  mimarlar, mühendisler ve eğitimciler var. Bu insanlar mesleki bilgilerini bu mücadelelere gönüllü olarak sunuyorlar. Bu mücadeleler o yörelerde “çevre hareketi” olarak değil de “yaşama sahip çıkmak” adına anlamlı oluyor ve destekçi buluyor. Örneğin Bartın’da Amasra’da yapılmak istenen termik santrale karşı olan mücadele “çevre” adını almadı Bartın Platformu adını aldı. Zonguldak’taki mücadele “Yaşanabilir Zonguldak Platformu” tarafından yapılıyor.  “Çevre” daha entelektüel bir iş olarak görülüyor; halkın kendini dahil edeceği bir iş olarak görülmüyor. Daha önce TEMA ve Greenpeace gibi hareketlerin sahiplendikleri hareketler vardı ancak bu kuruluşlar gördüler ki, bu işleri kendileri sahiplenince yöre insanı uğraşmayı bırakıyor. Şimdi mücadelede çevre örgütlerinden çok, yöre halkı öne çıkıyor. Ulusal ve uluslararası kuruluşlar yine destek oluyorlar – örneğin, Greenpeace Türkiye’de termik santral proje ve mücadelelerini anlatan bir Kara Atlas yaptı. Greenpeace eskiden bölgede ses getiren bir eylem yapar, konu da kamuoyuna Greenpeace eylemi olarak yansırdı. Şimdi Greenpeace, Tema, WFF gibi örgütler yine mücadelelerin içinde var. Fakat daha çok yöre halkına destek düzeyinde ve mücadeleler arası koordinasyon sağlama konusunda destekler bunlar. Fakat, asıl mücadeleyi yöre insanı yürütüyor. Böylece yöre halkı mücadeleyi daha çok sahipleniyor. Köyde yaşayan muhtar, yaşlı teyzeler,  gençler…  Böylece mücadeleler daha uzun soluklu ve başarılı oluyor.

Milletvekilleri de belli oranlarda direnişlerin parçası olabiliyorlar. Eski milletvekillerinden Melda Onur, Karadeniz’i baştan başa dolaştı ve termik santral, HES ve madencilik vb. çevreye zararlı projeleri ve yöresel tepkileri Meclise taşımak için yerel mücadele temsilcilerinin siyasi parti grup yöneticileriyle Meclis’te buluşturdu. Bu günlerde Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, ağaçlar kesilerek maden sahası yapılacak olan Cerattepe için mecliste eylem yaptı ve 24 saat meclisi terk etmedi. Bartın Milletvekili Rıza Yalçınkaya Amasra’daki termik santral konusunda mecliste çeşitli soru önergeleri vererek halkın “Termiksiz Yaşam” mücadelesini TBMM’ye taşıdı. Fakat burada konuyu gündeme getiren milletvekillerinin muhalefet partisi üyesi olması, iktidar partisine mensup milletvekillerinin bu konularda suskun kalması gerçekten düşündürücü.

Bartın’daki termik santral karşıtı mücadele 2009’dan beri devam ediyor. Bartın Platformu ÇED raporları sürecinde mücadele etti.  Süreç içinde raporun olumlu sonuçlanması için bürokratlar üzerine kurulan siyasi baskı sonucu 2014 Haziran’ında ÇED raporu onaylanma aşamasına getirildi.  Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce aradan bir yıl geçtiği halde raporu olumlu veya olumsuz anlamda imzalamadı. Bunda; Bartın Platformu’nun Türkiye’de daha önce hiç yapılmayan bir şeyi yapmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Bu da raporun askıya çıkarıldığı 10 gün içinde 42 bin farklı itiraz dilekçenin bakanlığa ulaştırılmış olması. Sadece 42 bin dilekçe sahibi değil, bütün Bartın Halkı bakandan Amasra’ya yapılmak istenen Hema Termik Santrali ÇED Raporu’nu  iptal etmesini bekliyor.

HES yapılan dere yok oluyor

*** Siyasi müdahaleler nasıl yapılıyor?

Daha önce de söylediğim gibi Trabzon’da HES süreçlerine çok az itiraz edildiği için şu an onlarca HES işletmeye açıldı ve onlarcasının da inşaatı devam ediyor. Aslında itiraz etmeyenler kaybediyor. İşletmeye açılan HES’lerin verdiği zararları daha sonra herkes görüyor. Bir de projeler yapıldıkça vaatlerin doğru olmadığı görülüyor; örneğin, HES yapılırsa iş imkanları artacak diyorlar ama doğru değil; bir HES’te 4 teknisyen çalışıyor, o kadar. İşsizliğin yoğun olduğu bölgelerde iş vaatlerine kananlar olabiliyor. Yörede tepki gösterilirse sonuçta mahkeme süreci oluyor ve mahkemede kazanımlar elde edilebiliyor. Türkiye’de bir çok yerde itirazlar sonucu onlarca HES yapımının iptal edildiğini biliyoruz. Yaşadığım Bartın’da da halkın tepkisi ve mahkemeye gitmesi sonucu iki tane HES iptal edildi. Mahkemede HES projeleri mutlaka iptal ediliyor. Çünkü HES projelerinin son derece gelişigüzel hazırlanmış, doğayı talan eden projeler olduğu çok açık. Mücadele etmeyenler kaybetmeye mahkumlar ver HES’ler sonucunda oluşan olumsuz sonuçlara katlanmak zorundalar.

*** Ne gibi zararlar oluyor?

İnsanlar HES yapılan dereyi kaybediyor -- onun suyundan tarımda, hayvancılıkta yararlanamıyor;  tarım arazileri bu yüzden azalıyor; yaban hayatı susuz kalıyor; ormanlar bu HES’ler için kesiliyor ve ormanın kaybından doğan zararlar oluyor. Termik santrallere gelince havaya, toprağa ve suya büyük zarar veriyorlar. Oluşan kül atıkları sağlığa son derece zararlı. Termik santrallerin burada sayamayacak kadar çok doğaya ve insan sağlığına zararı var.

*** Kanunlarda ne gibi değişiklikler yapıldı?

En önemlisi 2005 yılında Maden Kanunu ve buna bağlı yönetmelikler değişti. Buna göre ormanlarda ve hatta milli parklarda bile maden araması yapılabiliyor. Maden derken bu altın, elmas, gümüş de olabilir mermer ya da taş da olabilir; üzerindeki orman değil altındaki taş değerli görülüyor. İnsanlar maden çıkarmak için orman kesimlerini görünce tepki vermeye başladılar.



*** Siyasi olarak hükümet ne elde ediyor bu projeler sayesinde. Bir kaç bin HES projesi var değil mi? Hükümete faydaları neler?

HES’ler siyasi projeler. Bu projeleri hükümet birilerine dağıttığı zaman onlar aynı zamanda hükümetin destekçisi de oluyorlar. Bir parti mitingi olacağı zaman HES yapılan yerde işletme oradaki işçileri ve halkı mitinge yönlendiriyor. Sadece ana akarsularda değil, onların yan dereleri üzerinde de HES yapılıyor. Bu kendiliğinden akan bir derenin kalmaması demek. Bunların sayısı 5 bine kadar çıkıyor. Ayrıca her bölgede termik santral projesi var; sayı 200’e yaklaşıyor. Türkiye’nin bu kadar enerjiye ihtiyacı olmadığını uzmanlar söylüyor. Ancak hükümet bu projeler sayesinde ekonomik imtiyaz dağıtıyor ve siyasi destek topluyor. Zaten projelerin verildiği isimler her bölgede aynı; projeler hükümeti destekleyen ya da destekleyecek iş çevrelerine dağıtılıyor. İşin ekonomi-politiği de bu… Anayasa Mahkemesi daha önce ormanların yok edilmesini sağlayacak yasaları geri çevirdi. Fakat hükümet bu yasaları tekrar istediği gibi değiştirerek ve bunlara bağlı yönetmeliklerle pek çok projeye izin vermeye başladı. Eskiden bürokratlar, kanunlar izin vermiyor diye bazı projelere karşı çıkıyordu. Önce bu projelere karşı çıkan bu bürokratlar görevden alınıyordu. Artık kanunlar ve yönetmelikler bu tür projeleri kolaylaştıracak şekilde değiştiriliyor; dürüst bürokratların uygun olmayan projelere itirazlarını dayandırdıkları kanunlar bir bir yürürlükten kaldırılıyor. Bu hükümet döneminde ilgili mevzuat ne yazık ki hukuksuz olarak, toplumun yararına olmayacak şekilde değiştirildi…

7 Haziran seçim sonucunun etkisi

*** Gezi olayları ve sonra 7 Haziran seçiminin devlet politikalarına ne gibi etkileri olabilir?
İnsanların bir araya gelerek gerçek bir toplumsal mücadeleye girişmesi hükümeti sarstı. Aslında Gezi, Anadolu’nun yansımasıydı. 2000’lerin başında insanlar bu tür mücadelelere girmeye çekiniyorlardı ancak artık çekinmiyorlar. 7 Haziran sonrası ortaya çıkan siyasi tablo da bu tür  tepkilerin yaygınlaşması için uygun bir atmosfer oluşturuyor.  Artık mutlak bir iktidar yok; iktidar sarsıldı. Bu arada medya da değişiyor. 7 Haziran öncesi kayıtsız şartsız iktidarı destekleyen, hiç ummadığımız medya kanalları şimdi Rize’de Yeşil Yol’a, Artvin’de Cerattepe madenine  karşı yükselen halk tepkisini haber yapabiliyor.  Oysa daha önce Anadolu’nun tepkisi yok sayılıyordu. Yoğunlaşan bu tepkiler sayesinde  yeni oluşacak hükümetin artık bu konuya daha farklı yaklaşabileceğini düşünüyorum. Bu yeni yaklaşım küçük bir revizyondan öte, halkın tepkilerini dikkate alan radikal bir değişim sağlamalı. Doğanın yok oluşuna neden olan madencilik ve enerji projelerinin uygulamaya koyulmasının artık çok kolay olmayacak. Artık halk tepkisinden doğan o kadar çok bilgi üretildi ki bürokratlar – hükümetin mutlak iktidarı da zayıfladığı için – bu bilgiyi daha rahat kullanabilecekler; eskiden, bürokratlar “biliyoruz ama yapamayız, siyasi baskı var” diyorlardı. Artık sorumluluklarını başkasının üzerine atamayacaklar.

*** Hiç örnekleri oldu mu?

Terme’de termik santral projesi vardı ve bu projeye karşı gelenlerden biri de AKP’den seçilmiş Terme belediye başkanı oldu; Terme belediye başkanının “cumhurbaşkanı dahi istese ben bunu yaptırmayacağım” diye  bir beyanı var. Aynı şey Merzifon, Suluova’da oldu; ticaret odası başkanları ve AKP’li belediye başkanı termik santrale karşı halkın yanında yer aldı. Ticaret odalarının iktidara karşı durmaları pek mümkün değildir. Fakat Suluoava’da hükümetin projesine karşı görünmeyi göze aldılar. Hem Terme’de hem de Merzifon’daki termik santral projelerine ait ÇED süreçleri Haziran ayı içinde durduruldu. Bu yaşananlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndaki bürokratların 7 Haziran seçimlerinden sonra artık halkın tepkisine kulak vermeye başlamış olmasına örnek gösterilebilir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder