31 Ağustos 2015 Pazartesi

‘Bu Erdoğan’ın savaşı, HDP güç kaybetmiyor kazanıyor’



Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora yapan Arzu Yılmaz, Irak Kürdistanı’nda Kürt mülteciler konusunda çalışıyor. Doktora tezinin alan araştırması için üç yıl bu bölgede kalan Yılmaz bu süre içinde Duhok Üniversitesi’nde ders verdi. Çeşitli kitap ve dergilerde yayınlanan makalelerinin yanında, Kürt sorunu hakkında Radikal 2, diken.com.tr’de kaleme aldığı yazılarına Birikim/Haftalık’ta devam ediyor.  Kürt sorunu konusunda ufuk açıcı düşünceleri var. Bu haftaki söyleşimizde sorunu, öncesi ve sonrasıyla ele almaya çalıştık.

Yılmaz, Kürtlerin savunma amaçlı savaştığını ve önceliklerinin IŞİD’e karşı olduğunu, Türkiye’deki savaşın da Türkiye vatandaşlarının değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın savaşı olduğunu ve HDP'nin kazançlı çıktığını söyledi.



Söyleşimiz ana hatlarıyla şöyle:

*** Olağanüstü hal uygulamaları, her gün ölümler, cenazeler, baskı ortamı… Türkiye 90’lara dönüyor gibi yorumlar var. Ne diyorsunuz?

90’lara dönülüyor yorumlarına yol açan yeniden bir tehdit algısı ve devletin güvenlikçi politikalara dönüş yapması. Şiddet yeniden bir baskı aracı olarak ortaya çıktı. Öte yandan 90’lara benzemeyen çok şey var. En başta, Kürtler o eski Kürtler değil, yani 90’lardaki Kürtlerden bahsetmiyoruz. 90’ları çalışırken şuna dikkat ettim, devlet PKK ya da sivil halk ayrımı yapmıyor; mesela köylerin boşaltılması sürecinde bir yabancı gazeteci Demirel’e sivillere yapılan saldırıları soruyor ve Demirel diyor ki o köyden askeri güçlere karşı mukavemet varsa artık o köy köy olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla uzun yıllar Türkiye, PKK ve terör dediği mevzuyu sivillerle eş tutup bir ayrıma gitmeden bir devlet terörü ve şiddetle karşılık verdi. Bugün bir de şu ayrım var. Bundan birkaç gün önce özellikle KCK tarafından yapılan açıklamalara dikkat edin, henüz gerilla savaşı başlamadı; 90’larda bir gerilla savaşı vardı. 

*** Özel güvenlikli bölgelerin ilan edilmesine neden olan nedir?

Özel güvenlikli bölgelerin ilan edilmesine neden olan ya da sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde çatışmalar, sivil milis güçlerle ve gençlik örgütleriyle devletin askeri ya da polis güçleri arasında oluyor. Bu önemli bir ayrıntı çünkü bugün devletin çatıştığı güçler gerçekten sivil güçler.

*** Doğu ve Güneydoğu’da bir ayaklanma var diyebilir miyiz?

Henüz bir ayaklanma yok çünkü hareket kitleselleşmedi. Daha çok şehir milis gruplarının küçük çaplı yol kesme, hendek kazma, mukavemet etme ve bazı alanlara polisleri sokmama gibi eylemleri oluyor. Bu haliyle bile tablo çok ağır. Bunun bir de kitleselleştiğini ve gerilla savaşının eklendiğini düşünürsek 90’larla gerçek bir karşılaştırma yapılabilir. Şu anda tarafların tüm güçlerini kullandıkları bir durum yok.

'Özyönetim sadece ilan ediliyor'

*** Bunun yanı sıra özyönetim ilanları var. Bu kadar güvenlikçi bir yaklaşım varken bazı bölgelerde özyönetim ilanları nasıl oluyor?

Özyönetim sadece ilan ediliyor, ardından halk meclislerinin oluştuğu bir yönetim biçimi gelmiyor. Buna bağlı olarak siyasi tutuklamalar ve özel yönetim bölgelerinin ilan edildiğini görüyoruz. Bu şunu düşündürüyor; çatışan ya da barışan taraflar birbirini test etme sürecinde. Koparmayacak kadar sertleşiyorlar ya da geri dönüşü olmayacak bir noktaya gelmeyecek şekilde birbirinin gücünü test ediyor. Devlet de özel güvenlik bölgesi ilan ediyor ama sonra kaldırabiliyor.

*** Seçimlere kadar bu gerilim artar mı?

Seçimlere kadar tarafların birbirini sınadığı bir süreçten geçiyoruz.

*** Durum için 90’lardan daha tehlikeli ifadesini Diyarbakır Belediye Başkanı Gülten Kışanak kullanmıştı. 902lardan daha vahim ne olabilir?

Gültan Kışanak’ın tam olarak ne demek istediğini bilemiyorum ama 90’lardan daha tehlikeli olabilecek şey, evet ordulaşmış bir halk yok ama çok politize olmuş bir halk var ve kendi siyasi geleceği konusunda tasarrufu bir başka aktöre bırakmayacak eylem ve söylem imkanlarına sahip bir kitle var. Kitle psikolojisi her zaman öngörülemez, nereye varacağını kestirmek güç olabilir. Daha kötü olabilecek şeyi de bu noktada görüyorum. Güvenlik değil çözüm odaklı çalışan biri olarak görüyorum ki PKK asıl gücünü halk desteğinden alıyor. PKK’nın bunca yıldır ayakta kalmasının nedeni bir, Kürtlerin mağduriyetinin haklılığı; iki, bu mağduriyetin giderilmesi konusunda tek projesi olan aktörün PKK olması. Tabi ki bir ayaklanma olması ihtimali yüksek. Şu durumda her iki taraf da kontrollü hareket ediyor.



*** Bu tabloda HDP’nin durumunu konuşalım. Çatışmaların HDP’yi devre dışı bırakmak için çıkarıldığı, hatta AKP’nin 7 Haziran seçiminde HDP’nin başarısı karşısında intikam almaya giriştiği yönündeki yorumlara ne diyorsunuz?

7 Haziran’da iyi olan şu ki tarihte ilk defa Kürtler kendi partileriyle TBMM’de bir temsil yeteneğine kavuştular. Kötü tarafıysa şuydu ki yüzde 13’ün yüzde 10’u Kürt oylarıydı. Kürt oylarının HDP’de toplanmasını, ülkenin zaten psikolojik olarak bölünmüş olan coğrafyasının bir de siyasi olarak bölünmesinin göstergesi olarak okudum. Türkiyelileşme ve Kürdistanileşmenin paralel dinamik olarak yükseldiğini gösteriyor ki zaten bu iki proje Kürt siyasi hareket içinde birbiriyle rekabet halinde olan projeler. Böyle bir ortamda siz eğer HDP’yi kriminalize etmeye kalkarsanız, siz eğer HDP’li siyasileri tutuklama ya da parti kapatma gibi bir manevra düşünüyorsanız, seçime kadar ne olur sorusu bu soruların yanıtlarına bağlı… Eğer bu atmosferde seçimlere gidilir ve sonuçta istikrarı tesis edecek bir hükümet kurulursa, Kürtler de bu gerilimin içinde yaşayan insanlar olarak bir çözüm ümidine sarılır ve yaşadığımız sürecin kitlesel bir ayaklanmaya evrilme ihtimalinin olmayacağını düşünüyorum. Ancak seçime giderken HDP hükümete alınmaz, seçime giderken HDP kapatılmaya kalkar ve böyle bir atmosferde Kürtlerde siyasi temsiliyetlerinin önünün kapandığı algısı pekişirse o zaman bir şeylerin önünü tutmak mümkün olmayabilir.

*** PKK’nın eylemlerinin HDP’ye zararı oluyor mu peki? Bu konuda PKK’nın AKP ile beraber hareket ettiğini düşünen gözlemciler bile var…

Bir sivil perspektiften baktığınızda, PKK ve TSK’nın birbiriyle savaşan silahlı güçler olarak bazen aynı yöntemlere başvurduğunu görürsünüz – mesela köy boşaltmalarda… Benim gözlediğim bu işten HDP’nin kazançlı çıktığı çünkü “ama, fakat, lakinsiz” net bir pozisyon aldı ve bu pozisyonu kamuoyu tarafından ikna edici bulundu. Bunu KCK’nin de desteklemediğini düşünmüyorum. Kürtler, Kürt sorununun çözümü için Ankara’da kendilerine bir türlü muhatap bulamadılar. 2000’lerden sonra askeri vesayetin kalkması ile en son AKP bir muhatap olarak sorunu çözmek üzere ortaya çıktı. Kürtler de soruna bir siyasi çözüm için muhatap bulmanın sevincini yaşamıştı. Ancak bu muhatabın yarattığı hayal kırıklığı noktasında Kürtler kendileri muhatap yarattılar, bu da HDP. HDP, Abdullah Öcalan’ın projesidir. HDP’nin yıpratıldığına yönelik yorumlara katılmıyorum. Kürtler, Kürt sorununa bir siyasi çözüm istiyor ancak bunu gerçekleştirecek bir muhatap karşılarına gelmedi. BU AKP olabilirdi ama olmadı.

'Ankara’da aranan ve bir türlü bulunamayan muhatap HDP'

*** AKP ile ilgili umutların bittiği nokta Kobani mi?

Kobani’den önce Erbil ve Şengal’i de -- Türkiye’nin buraya saldırılarda takındığı tavır -- buna katmak gerekir diye düşünüyorum çünkü çözüm sürecinin Kürtlerle barışı sadece PKK ya da Türkiye Kürdistanı’nda yaşayan Kürtlerle barış üzerinden tasavvur edilmemişti, Türklerle Kürtlerin ittifakıydı ve sınırın ötesindeki Kürtler de buna dahildi. Ağustos 2014 itibariyle IŞİD’in Kürdistan coğrafyasında başlattığı saldırıları bitişin sembolik miadı olarak tarif edebiliriz. Kürtler artık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderlik ettiği siyasi iradeyle barış olmayacağına kanaat getirmiş durumda ve fakat hala barış isteyen Kürt siyasi aktörler var. Bunu kiminle yapacaklar? HDP’nin pozisyonu işte o; Ankara’da aranan ve bir türlü bulunamayan muhatap. HDP, Kürt sorununun çözümünde yıllardır Ankara’da aranan ama bulunamayan muhataplık rolünü oynayabilecek bir konuma gelecek ve Kürt sorununu çözecek gerçek aktöre dönüşme potansiyelini, taşıyan en önemli aktör. HDP’yi yıpratmak KCK’nin işine gelmez.

*** 1 Kasım’da yapılacak seçimde HDP’nin oyları artar mı peki?

Şundan emin konuşabilirim; bugün HDP’nin arkasında toplanan 7 Haziran’daki Kürt seçmenin bugün seçime giderken kayacağı bir zemin yok.

*** Türkiye’de Kürtlerin öz yönetim ilanlarından bahsettik ama sizin bir de makalelerinizde 
anlattığınız bir başka durum var: Kürtlerin Kürdistan’ın yönetiminde ortak olmak istemesi. Bunu açar mısınız?

Evet, PKK da Kürdistan’ın yönetiminde yer almak istiyor.

*** Kürdistan neresi?

Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı bölge.

*** Bu Türkiye’de Kürtlerin Türkiye’den ayrılmayı istemesi, Türkiye’yi bölmesi olarak algılanıyor. Öyle mi peki?  

Kürtlerin Kürdistan’ın yönetiminde ortak olmak istemesi, Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak istemesi olarak algılanıyor ama mevzu böyle siyah, beyaz değil. Kürtlerin Kürdistan’ın yönetiminde ortak olması ya da Türkiye’de anayasal haklarının tanınması şartıyla Kürt olarak yaşamak istemek durumu Türkiye’den ayrılmak anlamına gelmiyor. Bunu böyle zannetmek o kadar büyük bir yanılgı ki… Türkiye’nin dayattığı bir şey var ve sanırım asıl sorun burada: Ben senin ağabeyinim, ben Osmanlıyım, ve kardeş muhabbeti… Kürtler artık eşitlikçi bir ittifak kurmak istiyorlar. Bu Türkiye ile gayet iyi ilişkiler içinde olan ve bunu devam ettirmek isteyen Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi için de geçerli. Kürtler, Kürdistan’ın yönetimini ele geçirmek değil yönetimde ortak olmak istiyorlar.
Bu bağlamda silahsızlanma konusunda da bir şey söylemek isterim. PKK’nın silahları bırakması konusundaki çağrılar çok değerli ve karşılık bulacağını da düşünüyorum; aslında PKK’nın da açıkladığı strateji bu. Ancak şu bir gerçek ve en son IŞİD saldırılarıyla da çok taze bir hafıza: Kürtler kendi canlarının korunmasını bundan sonra peşmergesi, gerillası dışındakilere ihale edecek bir güveni başka hiçbir silahlı güce duymuyor. Bundan dolayı onları suçlayabilir misiniz?

'Rojava’nın toplumsal olarak çoktan satın alındı'

*** Kürtlerin talepleri konusunda çıta yıllar içinde yükseldi. Bu nasıl oldu?

AKP’den şu serzenişi çok duyuyoruz: Biz çok şey yaptık ama hiçbir şey yapmamışız gibi davranılıyor. Mevzu şu: Türkiye, Kürtlerin beklentilerinin arkasından gidiyor. 90’larda mesele sadece bireysel hakların tanınması ile hallolacakken, Türkiye o bireysel haklar düzeyinde itirazlar yükseltiyordu. 2000’lerde Türkiye AB ile uyum süreci içinde bireysel hakları tanıma noktasına geldi ve fakat artık Kürt hareketi kolektif haklardan bahseder hale gelmişti. 2010’da Türkiye artık kolektif hakları hazmedebilir duruma geldi ancak Kürtlerin talepleri çoktan statü tanınmasına evrilmişti. Bu hikâyeyi bazı çevreler şöyle algılıyor: Kürtlere bugün bunu verirsin yarın öbürünü ister. Ancak sosyal-siyasal mevzuları tek bir dinamizm üzerinden algılamak mümkün değil. Bu mevzu Ortadoğu ve dünyadaki gelişmelerle beraber evrildi. Kaldı ki nüfusu 25 milyonun üzerindeki bir kitle mekanik çalışmaz. Türkiye’de siyasi aktörler mevzuyu Türkiye merkezli okumakla sınırlı kalıyor. Ancak Kürtler sadece Türkiye’de yaşamıyorlar; Kürtler Ortadoğu halkı ve örgütlü; siyasal gücü var, silahlı gücü var, diasporası var, diplomasisi var… Bu kadar dinamik ve çeşitli bir topluluğun siyasal ve sosyal beklentilerini demokrasi standartları gereğince karşılayamadığınız sürece “ya biz tam da bireysel hakları kabul etmiştik” derken “too late too little” kalmış olursunuz.

*** Türkiye bir zamanlar Kuzey Irak’ta Kürt varlığını tanımakta zorlandı ancak daha sonra Kuzey 
Irak yönetimi Türkiye’nin bölgede en iyi ilişki kurduğu yer oldu. Şimdi Türkiye Suriye Kurdistanı’nı tehdit olarak görüyor ama geçmişte olanlara bakarak Türkiye bir gün Rojava ya da Suriye Kürdistanı’nı tanıyabilir mi?

Rojava’nın toplumsal olarak çoktan satın alındığını düşünüyorum. Kabullenmeyi bırakın, sempati olduğunu da göz önünde tutmak lazım. Bunu kabullenmeyen, bir hükümet var. Hükümet dışında Rojava konusunda karşı bir tartışma yürüten çok az. Devletin ret ısrarını ben sadece gündelik iç politikaya dönük manevra alanı olarak kullanıldığını düşünüyorum. Devlet Suriye’deki Kürtler bizim için tehdittir diyor. Pardon, Irak Kürdistanı’ndaki Kürtler neden tehdit değil? Devlet diyor ki Suriye Kürtleri PKK etkisi altında. İyi ama sen PKK ile barış süreci götürüyordun. Çözüm sürecinin özü de buydu, yani Türkiye etkinlik alanını genişletecekti. Bunun sürdürülebilir bir politika olmadığı Türk Dışişlerinin tanımladığı şekilde Kuzey Irak tecrübesinden biliyor olmaları gerekir. Fakat bugün Rojava üzerinden kopan kıyameti, orta ya da uzun vadeli bir dış politika stratejisinden çok iç politikaya yönelik kısa vadede getirisi olacak taktik hamleler olarak okuyorum.

'Kürtler için bir numaralı alarm durumu IŞİD'

*** Kürtlerin hep saldırı değil savunma amaçlı savaştığını söylüyorsunuz. Kürtlerin bu günlerde savaşı neye, kime karşı?

Kürtler savaşçı millet olarak biliniyor ama Kürdistan dışında yani doğal yaşam alanı dışında hiçbir yerde savaşmadılar. Bu önemli çünkü Kürtler için savaş bir saldırı değil hayat tehlikedeyken yapılan bir savunma. Kürtler arasında YPG-IŞİD mücadelesi hangi yönde ilerleyecek diye bir tartışma oldu ve Kürtler Rakka’ya gitmeyiz, ne işimiz var dediler. Kürtlerin yaşadıkları toprakla ilişkisi çok güçlü. Söylemek istediğim Türkiye’ye karşı savaş olarak algılanan bu durumun aslında Kürtlerin kendilerini savunma reflekslerinin haklı bir sonucu.

*** Kime karşı savunma?

Kürtler için bir numaralı alarm durumu IŞİD. Ceylanpınar’da polis katliamlarının olması dikkatimi çekti çünkü Ceylanpınar IŞİD kamplarının olduğu, IŞİD’ın en güçlü olduğu yer olarak işaret ediliyor. Bu düşmanı besleyen kanallardan biri de Türkiye olarak görülüyor. Türkiye ise Kürtlerin IŞİD’e karşı mücadelesini destekleyecekken, tutmuş Kandil’i bombalıyor.

*** Türkiye kime karşı savaşıyor?

Bu Erdoğan’ın savaşı, ona sormak lazım. Bu Türkiye vatandaşlarının savaşı değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın savaşı.

*** Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçen bu toplum ama…

Toplumun tepkileri yavaş yavaş gelişiyor. 17-25 Aralık sürecinin arkasından yerel seçim sonuçlarında AKP’ye verilen desteği görünce çok şaşırmıştım. Akademisyenler ve gazeteciler olarak mevzuları çok yakından takip ettiğimiz için fikir, tepki ve eylemlerimiz çok çabuk gelişiyor. Ancak toplumda bu böyle olmuyor, olanların algılanması için daha fazla zaman geçiyor. 2014 yerel seçimlerinde olmayan tepki 2015 genel seçimlerinde ortaya çıktı. Onun üzerine yaşananların sonucu da daha sonra ortaya çıkacaktır. 

Söyleşimizin İngilizcesi burada

2 yorum:

  1. Too late too little ...korkarım bir gün Türkler Türkiyeli olmayı kabul edecek ama artık Kürtler onu istemeyecek..

    YanıtlaSil
  2. kalemine sağlık,soruların benim kafamdaki sorular,
    okurken e peki ama dedim,bana hep bana yok mu bu anlatımda?
    isteyip alınca memnuniyet hiç mi olmaz!

    YanıtlaSil