25 Ekim 2015 Pazar

‘Özgür ve hakça bir seçim ortamı yok’


Bu haftaki söyleşimizde siyaset bilimi profesörü Ersin Kalaycıoğlu, 1 Kasım seçimleri öncesinde özgür ve hakça bir seçim ortamının mümkün olmadığını dile getirdi, “Demokrasiyi demokrasi yapan insanların oy verip vermemesi değil verilen oyun özgür ve adil bir sistemle veriliyor olması; aynı zamanda seçimler sonrasında da insanların itiraz ve taleplerini korkmadan ifade edebilmeleri,” dedi.

Sabancı Üniversitesi’ne katılmadan önce, 2004 ve 2007 yılları arasında Işık Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapan Kalaycıoğlu, sosyal bilimlere pek çok katkısı olan araştırmalarda çalıştı ve araştırma sonuçlarını rapor, bilimsel bildiri, kitap ve makale olarak yayınladı.

AKP'nin demokratik raf ömrünün bittiğini söyleyen Kalaycıoğlu ile söyleşimizden satır başları özetle şöyle:

*** 1 Kasım’da özgür ve hakça bir seçim ortamı olmasını bekliyor musunuz?

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE), cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında utanılacak bir rapor yayınlamıştı. Raporda cumhurbaşkanı adaylarından başbakan olanın her türlü imkanı kullanarak günde yüzlerce dakika TRT’ye çıktığını, buna karşılık Selahattin Demirtaş’ın ancak saniyelerle sayılacak şekilde ekrana çıktığını, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da 4-5 dakika gösterildiğini oysa cumhurbaşkanlığı seçim kanununda TRT’nin adaylara eşit zaman tanımasını gerektiren bir madde olduğunu ve bunun açıkça ihlal edildiği yazıldı. Bu şartlar altında seçim yaptığınızda seçim hakça olmuyor. 7 Haziran seçimine giderken aynı problemi yaşadık. Hem cumhurbaşkanı hem de başbakan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin propagandasını yaptı. Bu anayasaya göre suç ama cezası yok. Anayasa çok güzel yazıldığı için cumhurbaşkanının suç işleme imtiyazı ve hesap vermeme gibi bir konumu var. Cumhurbaşkanı seçilebiliyor ve bir daha seçilebilir; ve mantık gereği halka hesap verme durumu da olması gerekiyor ama yok. Böyle acayip bir ortamda seçim yapıyoruz. Cumhurbaşkanı tarafsızlık yemini ettiği halde taraf oluyor dolayısıyla anayasa suçu işlenmiş oluyor ve cumhurbaşkanının anayasaya saygısı yok. Seçilmesini sağlamış olan temel hukuki belgeye hiçbir şekilde saygı göstermeyen bir aktör çıkarmış olduk; böyle bir demokrasi dünyanın hiçbir yerinde yok.

*** Nedir bizdeki rejimin adı?

Bizdekinin adı “competetive authoritarinsm” yani rekabetçi otoriterlik. Tipik örnekleri Doğu Avrupa’da mevcut, Putin’in Rusya’sı, Lukaşenko’nun Beyaz Rusya’sı tam otoriterlik, rekabetten bahsetmek mümkün değil. Bizde rekabet var; buna iktisatta eksik rekabet deniyordu, eksik rekabete dayalı. Bunu tam rekabet haline getirirseniz demokrasiye dönmesi mümkün olabilir. Seçimler sırasında kampanyalarda, öncesi ve sırasında gerek oy verecek seçmenler gerek siyasal partiler ve adaylar özgürce hareket edebilmeli. Özellikle de özgürce şikayet edebilmeliler. Ayrıca basın ve medya üzerinde muazzam bir baskı var; bunların sahiplerine terörist tehdidi getiriyor ve işine gelmeyen yazarları adli kovuşturmaya tabi tutuyor. Bu koşullarda medyanın haberleri yayma imkanı yok. Demokrasi ile otoriter ve totaliter rejimleri ayırırken halkın katılımı ve temsili üzerinden bir ayırım yapmıyoruz özgürlükler üzerinden karar veriyoruz. Demokrasiyi demokrasi yapan insanların oy verip vermemesi değil verilen oyun özgür ve adil bir sistemle veriliyor olması; aynı zamanda seçimler sonrasında da insanların itiraz ve taleplerini korkmadan ifade edebilmeleri. Bu siyasete katılmanın sürmesini ve muhalefeti mümkün kılıyor. Muhalefetin olmadığı bir rejime demokrasi demek mümkün değil.

*** Türkiye Cumhuriyeti’nde Osmanlı’dan devralınan geleneğin izlerini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’de Osmanlı’dan devralınan saray ve çevresi ve onun güçlü, homojen kültürel yapısı var. Osmanlı’nın kapıkullarının oluşturduğu bir üst zümre yönetimi vardı. Şerif Mardin’in adına “merkez” dediği bir yapı Osmanlı’yı yönetti. Tek bir kişi mutlak yönetimde geleneklere dayalı olarak yönetimdeydi. Buna “patrimonial” yani babadan miras yoluyla geçen mutlak monarşi diyoruz. İktidarı paylaşma talebinde bulunmak gayrı meşru, geleneklere aykırı ve bunu yapanlar bozguncu, fitneci, ülkeyi yıkmaya çalışan adamlar olarak kabul ediliyordu. Tarihsel olarak devraldığımız kültürün bir parçası olarak temel öge muhalefeti düşman olarak kabul ediyor. Bu mantık üzerine oturmuş bir muhalefet algısı 1950’lerde de bugünlerde de yeniden hortlamış durumda. Geri kalan kenar ya da çevre “peripheral” dediğimiz bu sürecin içine katılmamış olmakla beraber heterojen bir yapı var ve birleştirilmesi oldukça zor. Demokrasiye geçişle beraber CHP merkezin partisi, geri kalana da, taşra demediler de milletin partisi dediler. Bu millet bu merkezdekilere düşman, merkez de ona düşman mantığı üzerinden, iki düşman kampın savaşına dönüyor iş. Muhalefetle iktidar arasında daha iyi ve doğruyu bulmak için yapılan bir yarış değil de bir savaş var. Halkın oyu ile gelmiş bir tek parti yönetimi oluyor. Yine de halkın desteği ile iktidara gelme savı bir kenara atılamıyor. Putin de Chavez de hepsi halkın temsilcileri diğerlerinin de halkın düşmanları olduğunu iddia ediyorlar.

*** Kamuoyu yoklamaları yapan pek çok araştırmacı 1 Kasım seçim sonucunun 7 Haziran’dakinden pek farklı olmayacağını belirtti. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

Kişilerin parti seçimlerinde büyük değişiklikler yapacak olaylar olmadıkça seçimleri sabit kalacaktır. Seçmenlerin parti seçimlerini değiştirecekleri yönünde bir bulgu da yok. Örneğin, HDP seçmeni 7 Haziran’daki seçiminden dolayı pişmanlık duymuyor. Hatta AKP’nin HDP’ye yönelik ayrımcı, itibarını zedelemeye ve gayrı meşrulaştırmaya yönelik tutumu, HDP’ye oy verenlerin muhtemelen daha da kararlı olmasını sağlıyor. Ülkenin doğusunda dökülen kan da bu insanları yanlış yaptıklarına ikna etmiyor. Tayyip Erdoğan ve çevresi güvenilmez mesajını alıyorlar aldatıldıklarını düşünüyorlar ve sadece dini sebeplere AKP’yi desteklemeyecekler gibi görünüyor. MHP de bu seçimde risk altında olduğunun, oylarına iyi sahip çıkması gerektiğinin farkında. Ali Çarkoğlu ile beraber yaptığımız araştırmada insanların siyasi partileri soldan sağa ölçeğinde gayet iyi yerleştirdiklerini ve AKP’yi artık MHP’den daha sağ bir parti olarak gördüklerini bulduk. İnsanların gözünde MHP daha ılımlı görünüyor. İdeolojik olarak MHP seçmeni için taraf değiştirmek çok zor değil ancak MHP seçmeni AKP yönetiminde ekonomik kayba uğradığını düşünüyor. Ekonomik politikalar değişmediğine, hatta biraz daha kötüye gittiğine göre, ithalat düştüğüne göre, ekonomi yavaşladığına göre bu algı değişti mi? Buna işaret eden bir bulgu yok. AKP’nin Kürtlere yönelik yeni tutumu da MHP seçmenini AKP’ye oy verme konusunda ikna edici gibi görünmüyor; zira Kürt meselesi konusunda AKP bir gün Kürtleri desteklerken ertesi gün Kürt karşıtı oluyor. Tekrar yön değiştirmeyeceğinin garantisi ne? Sonuç olarak MHP’li seçmen için AKP’ye geçmek pek kolay değil.

*** Geçen seçimde oy vermeye gitmeyenler bu seçimde oy kullanırlarsa seçim sonuçları değişebilir gibi yorumlar da var. Bu konuda sizin görüşünüz ne?

Oy vermeye gitmeyenler artabilir de. Pek çok kişi ülkede çift başlılıktan rahatsız. Seçimler pek çok kişiye cazip gelmeyebilir. AKP’nin argümanına göre geçen seçimde oy kullanmayanların çoğu güneydoğu Anadolu’dan olan mevsimlik işçilerdi. Bu seçim bölgelerinin çoğunda HDP’ye destek yüzde 80 oranında gerçekleşti. Bu oran yüzde 60’a düşerse AKP’ye sandalye kazandırmaz. Bence bu bölgeden daha çok kişi HDP’ye oy verecek. HDP, doğu ve güneydoğu Anadolu’daki tek parti olarak ortaya çıkıyor. Bu zor bir durum. AKP’nin ülkeyi dindarlık dayanışması ile beraber tutacağı tezi çöktü. Bu 7 Haziran’da anlaşıldı. AKP’nin bir geri dönüş yapacağına dair bulgu yok. AKP’nin demokratik raf ömrü bitti.

Söyleşimizin İngilizcesi burada.

Kalaycıoğlu ile geçen yıl Nisan ayında 30 Mart yerelseçimini değerlendirmiştik.


2014 Ocak ayındaki söyleşimizde ise Kalaycıoğlu, 17-25 Aralık yolsuzluk dosyası ile ilgili olarak ABD’deki Watergate skandalına benzetme yapmış, Türkiye’nin kendi Watergate’ini yaşadığını söylemişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder