Bu haftaki söyleşimizde siyaset bilimi profesörü Ersin
Kalaycıoğlu, 1 Kasım seçimleri öncesinde özgür ve hakça bir seçim ortamının
mümkün olmadığını dile getirdi, “Demokrasiyi demokrasi yapan insanların oy
verip vermemesi değil verilen oyun özgür ve adil bir sistemle veriliyor olması;
aynı zamanda seçimler sonrasında da insanların itiraz ve taleplerini korkmadan
ifade edebilmeleri,” dedi.
Sabancı Üniversitesi’ne katılmadan önce, 2004 ve 2007
yılları arasında Işık Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapan Kalaycıoğlu, sosyal
bilimlere pek çok katkısı olan araştırmalarda çalıştı ve araştırma sonuçlarını
rapor, bilimsel bildiri, kitap ve makale olarak yayınladı.
AKP'nin demokratik raf ömrünün bittiğini söyleyen Kalaycıoğlu ile söyleşimizden satır başları özetle şöyle:
*** 1 Kasım’da özgür ve hakça bir seçim ortamı olmasını
bekliyor musunuz?
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE),
cumhurbaşkanlığı seçimi hakkında utanılacak bir rapor yayınlamıştı. Raporda
cumhurbaşkanı adaylarından başbakan olanın her türlü imkanı kullanarak günde
yüzlerce dakika TRT’ye çıktığını, buna karşılık Selahattin Demirtaş’ın ancak
saniyelerle sayılacak şekilde ekrana çıktığını, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da 4-5
dakika gösterildiğini oysa cumhurbaşkanlığı seçim kanununda TRT’nin adaylara
eşit zaman tanımasını gerektiren bir madde olduğunu ve bunun açıkça ihlal
edildiği yazıldı. Bu şartlar altında seçim yaptığınızda seçim hakça olmuyor. 7
Haziran seçimine giderken aynı problemi yaşadık. Hem cumhurbaşkanı hem de
başbakan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin propagandasını yaptı. Bu anayasaya
göre suç ama cezası yok. Anayasa çok güzel yazıldığı için cumhurbaşkanının suç
işleme imtiyazı ve hesap vermeme gibi bir konumu var. Cumhurbaşkanı
seçilebiliyor ve bir daha seçilebilir; ve mantık gereği halka hesap verme
durumu da olması gerekiyor ama yok. Böyle acayip bir ortamda seçim yapıyoruz.
Cumhurbaşkanı tarafsızlık yemini ettiği halde taraf oluyor dolayısıyla anayasa
suçu işlenmiş oluyor ve cumhurbaşkanının anayasaya saygısı yok. Seçilmesini
sağlamış olan temel hukuki belgeye hiçbir şekilde saygı göstermeyen bir aktör
çıkarmış olduk; böyle bir demokrasi dünyanın hiçbir yerinde yok.
*** Nedir bizdeki rejimin adı?
Bizdekinin adı “competetive authoritarinsm” yani rekabetçi
otoriterlik. Tipik örnekleri Doğu Avrupa’da mevcut, Putin’in Rusya’sı,
Lukaşenko’nun Beyaz Rusya’sı tam otoriterlik, rekabetten bahsetmek mümkün
değil. Bizde rekabet var; buna iktisatta eksik rekabet deniyordu, eksik
rekabete dayalı. Bunu tam rekabet haline getirirseniz demokrasiye dönmesi
mümkün olabilir. Seçimler sırasında kampanyalarda, öncesi ve sırasında gerek oy
verecek seçmenler gerek siyasal partiler ve adaylar özgürce hareket edebilmeli.
Özellikle de özgürce şikayet edebilmeliler. Ayrıca basın ve medya üzerinde
muazzam bir baskı var; bunların sahiplerine terörist tehdidi getiriyor ve işine
gelmeyen yazarları adli kovuşturmaya tabi tutuyor. Bu koşullarda medyanın
haberleri yayma imkanı yok. Demokrasi ile otoriter ve totaliter rejimleri
ayırırken halkın katılımı ve temsili üzerinden bir ayırım yapmıyoruz özgürlükler
üzerinden karar veriyoruz. Demokrasiyi demokrasi yapan insanların oy verip
vermemesi değil verilen oyun özgür ve adil bir sistemle veriliyor olması; aynı
zamanda seçimler sonrasında da insanların itiraz ve taleplerini korkmadan ifade
edebilmeleri. Bu siyasete katılmanın sürmesini ve muhalefeti mümkün kılıyor.
Muhalefetin olmadığı bir rejime demokrasi demek mümkün değil.
*** Türkiye Cumhuriyeti’nde Osmanlı’dan devralınan geleneğin
izlerini nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’de Osmanlı’dan devralınan saray ve çevresi ve onun
güçlü, homojen kültürel yapısı var. Osmanlı’nın kapıkullarının oluşturduğu bir
üst zümre yönetimi vardı. Şerif Mardin’in adına “merkez” dediği bir yapı
Osmanlı’yı yönetti. Tek bir kişi mutlak yönetimde geleneklere dayalı olarak yönetimdeydi.
Buna “patrimonial” yani babadan miras yoluyla geçen mutlak monarşi diyoruz. İktidarı
paylaşma talebinde bulunmak gayrı meşru, geleneklere aykırı ve bunu yapanlar bozguncu,
fitneci, ülkeyi yıkmaya çalışan adamlar olarak kabul ediliyordu. Tarihsel
olarak devraldığımız kültürün bir parçası olarak temel öge muhalefeti düşman
olarak kabul ediyor. Bu mantık üzerine oturmuş bir muhalefet algısı 1950’lerde
de bugünlerde de yeniden hortlamış durumda. Geri kalan kenar ya da çevre “peripheral”
dediğimiz bu sürecin içine katılmamış olmakla beraber heterojen bir yapı var ve
birleştirilmesi oldukça zor. Demokrasiye geçişle beraber CHP merkezin partisi,
geri kalana da, taşra demediler de milletin partisi dediler. Bu millet bu merkezdekilere
düşman, merkez de ona düşman mantığı üzerinden, iki düşman kampın savaşına
dönüyor iş. Muhalefetle iktidar arasında daha iyi ve doğruyu bulmak için
yapılan bir yarış değil de bir savaş var. Halkın oyu ile gelmiş bir tek parti
yönetimi oluyor. Yine de halkın desteği ile iktidara gelme savı bir kenara atılamıyor.
Putin de Chavez de hepsi halkın temsilcileri diğerlerinin de halkın düşmanları
olduğunu iddia ediyorlar.
*** Kamuoyu yoklamaları yapan pek çok araştırmacı 1 Kasım
seçim sonucunun 7 Haziran’dakinden pek farklı olmayacağını belirtti. Sizin bu
konudaki düşünceniz nedir?
Kişilerin parti seçimlerinde büyük değişiklikler yapacak
olaylar olmadıkça seçimleri sabit kalacaktır. Seçmenlerin parti seçimlerini
değiştirecekleri yönünde bir bulgu da yok. Örneğin, HDP seçmeni 7 Haziran’daki
seçiminden dolayı pişmanlık duymuyor. Hatta AKP’nin HDP’ye yönelik ayrımcı,
itibarını zedelemeye ve gayrı meşrulaştırmaya yönelik tutumu, HDP’ye oy
verenlerin muhtemelen daha da kararlı olmasını sağlıyor. Ülkenin doğusunda
dökülen kan da bu insanları yanlış yaptıklarına ikna etmiyor. Tayyip Erdoğan ve
çevresi güvenilmez mesajını alıyorlar aldatıldıklarını düşünüyorlar ve sadece
dini sebeplere AKP’yi desteklemeyecekler gibi görünüyor. MHP de bu seçimde risk
altında olduğunun, oylarına iyi sahip çıkması gerektiğinin farkında. Ali
Çarkoğlu ile beraber yaptığımız araştırmada insanların siyasi partileri soldan
sağa ölçeğinde gayet iyi yerleştirdiklerini ve AKP’yi artık MHP’den daha sağ
bir parti olarak gördüklerini bulduk. İnsanların gözünde MHP daha ılımlı
görünüyor. İdeolojik olarak MHP seçmeni için taraf değiştirmek çok zor değil
ancak MHP seçmeni AKP yönetiminde ekonomik kayba uğradığını düşünüyor. Ekonomik
politikalar değişmediğine, hatta biraz daha kötüye gittiğine göre, ithalat
düştüğüne göre, ekonomi yavaşladığına göre bu algı değişti mi? Buna işaret eden
bir bulgu yok. AKP’nin Kürtlere yönelik yeni tutumu da MHP seçmenini AKP’ye oy
verme konusunda ikna edici gibi görünmüyor; zira Kürt meselesi konusunda AKP
bir gün Kürtleri desteklerken ertesi gün Kürt karşıtı oluyor. Tekrar yön
değiştirmeyeceğinin garantisi ne? Sonuç olarak MHP’li seçmen için AKP’ye geçmek
pek kolay değil.
*** Geçen seçimde oy vermeye gitmeyenler bu seçimde oy
kullanırlarsa seçim sonuçları değişebilir gibi yorumlar da var. Bu konuda sizin
görüşünüz ne?
Oy vermeye gitmeyenler artabilir de. Pek çok kişi ülkede
çift başlılıktan rahatsız. Seçimler pek çok kişiye cazip gelmeyebilir. AKP’nin
argümanına göre geçen seçimde oy kullanmayanların çoğu güneydoğu Anadolu’dan olan
mevsimlik işçilerdi. Bu seçim bölgelerinin çoğunda HDP’ye destek yüzde 80
oranında gerçekleşti. Bu oran yüzde 60’a düşerse AKP’ye sandalye kazandırmaz.
Bence bu bölgeden daha çok kişi HDP’ye oy verecek. HDP, doğu ve güneydoğu
Anadolu’daki tek parti olarak ortaya çıkıyor. Bu zor bir durum. AKP’nin ülkeyi
dindarlık dayanışması ile beraber tutacağı tezi çöktü. Bu 7 Haziran’da
anlaşıldı. AKP’nin bir geri dönüş yapacağına dair bulgu yok. AKP’nin demokratik
raf ömrü bitti.
Söyleşimizin İngilizcesi burada.
Kalaycıoğlu ile geçen yıl Nisan ayında 30 Mart yerelseçimini değerlendirmiştik.
2014 Ocak ayındaki söyleşimizde ise Kalaycıoğlu, 17-25 Aralık
yolsuzluk dosyası ile ilgili olarak ABD’deki Watergate skandalına benzetme
yapmış, Türkiye’nin kendi Watergate’ini yaşadığını söylemişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder